İlkav’ın Organize Ettiği “Müslümanın İmanının, Amelinin ve Ahlâkının Güzelleşmesi” Konferansı Yapıldı!
Ahmed Kalkan hocamızın sunduğu konferans öncesinde Yıldırım Ak Kur’an tilaveti gerçekleştirdi.09
Ardından Osman Yıldız, Özgür Gündem gazetesinde yayınlanan ve peygamberimize hakaret içeren karikatüre İLKAV’ın tepkisini dile getirdi.
Yoğun ilgi ve katılım ile takip edilen Ahmed Kalkan’ın sunumu sonrasında ise çay ve poğaça ikramı yapıldı.
Konferansın özetini aşağıda sunuyoruz. Video kaydı ise en kısa zamanda bu habere eklenmiş olacaktır.
Müslümanın İmanının, Amelinin ve Ahlâkının Güzelleşmesi
Günümüzde Müslümanların Güzellikten Uzaklaşması
İnsanlık her şeyiyle yozlaşmayı yaşıyor. İnsanî değerlerin tümünde büyük bir çöküntü var. İnançla, ahlâkla, düşünceyle, zevkle, mânevî özelliklerle… ilgili her alanda büyük bir kaos yaşanıyor. Tabii, güzellik duygusunun ve güzelleşme ihtiyacının bu buhran ve bunalımdan nasibini almaması beklenemez.
Güzelleşme, yani inancını, amel ve ahlâkını güzelleştirme, günümüzdeki insanların çoğu için olduğu gibi, müslümanların çoğu açısından da en iyimser ifadeyle “bir fanteziden, bir lüksten, gereksiz bir uğraştan başka bir şey değildir; bunlar olmasa da olur. Zaten hayatın bunca keşmekeşi, uğraşısı yanında güzel insan olmaya yer ve zaman da kalmamaktadır.” Dahası da var: Müslümanı cezbeden, duygularını coşturan, tutarlı, kaynak ve ilhâmını Kur’an ve Sünnet’ten alan güzellikleri, karşısında göremediği için müslüman, güzelleşmenin kendisine de ters bakmaktadır. Bunun sebeplerinden birisi, topluma güzellik diye sunulan şeyler hep kadınları ve cinselliği çağrıştırmakta, güzellik denilince akla vücut ve deri güzelliğinin yabancı erkeklerin gözü önünde sergilenmesi olarak algılanmaktadır.
İnsan en güzel sûrette yaratılmıştır. Müslüman bu güzelliğin farkına varan güzel insan demektir. O, insanca, müslümanca yaşamanın güzellikleriyle huzurlu ve mutlu, Rabbinin güzellik sergisi halindeki eserlerine hayran, hayatı Allah’ın indirdiği hükümlerle güzelleştirmeye çalışan, ince ruhlu, zevk sahibi insandır.
Güzellikleri görebilmek için güzel gözle bakabilmek gerekir. Müslümanda ise basar yanında basîret vardır. O, Allah’ın nûruyla bakabildiği için, kafa gözünün göremediği güzellikleri kalp gözüyle görecektir. Ufku geniş, hisleri derin, hazzı büyük olacaktır. Tefekkürle içli-dışlı olduğundan duygulu, düşünceli, hassas, yani güzelliklere tutkun sanatkâr ruhlu olacaktır. Toplumu cahiliyye çirkinliklerinden kurtarmaya çalışmak onları ümmet güzelliğine çağırmak, devleti tâğutî çirkinliklerden uzaklaştırmaya çabalamak, Allah’ın indirdiği hükümlerin güzelliklerini tüm halka ulaştırmak demektir.
İman esası denilen güzelliklere güzel bir şekilde inanmadan mü’min olmak mümkün değildir. Huşûsu olmayan, yani güzelce edâ edilmeyen namazın insanı kurtarmayacağı ve çirkinlikleri hayatımızdan uzaklaştırmayacağı gibi, Kur’an ve Sünnet bireysel ve toplumsal hayatımızda hâkim olmadan güzel insan vasfımızı korumamız da mümkün değildir. Güzellik yaşanmadan ne dindarlık, ne takvâ olur.
Çirkinliklere savaş açan ve yakından uzağa güzellikleri yaygınlaştıran güzel müslümanların yetişmesi için uygun ortamın olmadığı bir gerçek; ama insanımızın güzelliği önemsememesi, devletin ve toplumun sarıldığı çirkinliklere tavır almayıp boş vermesi bir vâkıa. Makineye ve insanı makineleştirmeye dayanan kapitalist düzen ve naylon medeniyet, insanımızda incelik diye bir şey bırakmadı, yozlaştırdı. Ekonomik sıkıntılar bir yanda, rûhî özelliklerin tümüne darbe vuran şartlar diğer yanda; hakiki güzelliğe ve Müslümanca sanata, derûnî his ve tavırlara giden yolları düzen tıkadı. Her çeşit putperestliğin, Kemalizm, laiklik, kapitalizm gibi çirkinliklerin tüm topluma dayatılması demek olan çirkin yönetimin hepimizin fıtratına müdahale edip çirkinleştirme çabaları netice verdi; câhiliyye yaşayışı toplumsal hayattaki güzellikleri yok etti. Sevginin yerini çıkar duyguları kapladı. Okulların, mahkemelerin, meclislerin ve tüm resmî kurumların çirkin zihniyetler tarafından işgal edilip çirkinleştirildiğini bile fark etmeyen insanımız da işgalden payını alıp çirkinleşti. Çirkin insanlar tarafından ülkeleri tümüyle işgal edilen Suriye ve Filistin’i hiç olmazsa gözyaşlarıyla dinleyip seyreden, bir şey yapamamanın ıstırabıyla dertlenen insanımız bile yok artık. Güzel sesli hâfızların okudukları Kur’an nağmeleri artık kalplerimizi pek titretmiyor, sabah ezanlarının yanık makamları uyuyan gönül ve gözlerimizi açmaya yetmiyor. Bunca zulüm, bizde hâlâ kıyam kıvılcımlarını tutuşturacak bir etki yapmıyor. Hâlâ kahkahalarla gülebiliyor; ağlamayı unutan, ağlatmayı tercih eden insanımız. Duygu özürlü sakat nesiller; televizyon, bilgisayar, internet ve benzeri aygıtların çirkinliklerine mahkûm yaşıyor. Gül ve bülbüle şiirlerde bile yer yok artık. Duygusal ve romantik olmanın modası çoktan geçtiği için, İslâmî duyarlılığın, fıtrî güzelliğin altyapısını oluşturan geçitler bile yok.
Güzelliğin intihar alanıdır elbet bu ortam. Tamam, ama müslüman, ortamı aşamayan, ortama kul olan sıradan insan mıdır?
Güzel’e ve Güzelliğe Çağrı
Müslümanlar, hayata ve hayattaki her şeye müslümanca bakabilmelidir. Çünkü İslâm, hayatımızın vazgeçilmez bile olsa bir parçası değil; hayatımızın kendisidir, yaşantımızın bütünüdür. İnancımızın, düşüncemizin, duygularımızın, davranışlarımızın, eğitimimizin, hayat görüşümüzün tümünü kuşatan ilkeler bütünüdür İslâm (6/En’am, 162). Müslüman da bu ilkelere severek, isteyerek teslim olan ve bunları hayatına geçiren, daha doğrusu hayatının bunlarla hayat olduğu bilinciyle yaşayandır (Bkz. 8/Enfâl, 24). Yoksa Allah ve Rasûlünün belirlediği bu ilkelerin dışında bir seçeneği, tercih ve özgürlüğü yoktur müslümanın (33/Ahzab, 36). Tabii, aynı zamanda güzellik ve estetik anlayışımızın da prensipleri O’nun çizdiği hudut dışına çıkmayacak, O’nun rızâsı istikametinde güzellikler sergilenecektir.
Kur’ân-ı Kerim insanların dikkatlerini hep güzele döndürür. Güzelliği doyasıya seyretmek ve kavrayabilmek için şöyle buyurur: “O’dur ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı…” (32/Secde, 7). Bu, insan fıtratının gördüğü, gözünün seyrettiği, zihninin kavradığı bir hakikattir, eşyanın şeklinde ortaya çıkan saf bir gerçektir. Allah’ın yarattığı her şeyde bir güzellik göze çarpar. Her şeyde eşsiz bir güzelliğin hâkim olduğu eksiksiz bir âhenk vardır. Gören bir göz, hisseden bir gönül, düşünebilen bir zihin bu âlemde bütünüyle bir âhenk ve güzellik bulur.
En güzel kıvamda, en güzel biçimde yaratılan (95/Tîn, 4) insanla ilgili güzellikler, somut bedensel güzelliklerin yanında ve ondan öncelikle soyut güzelliklerdir. Tevhidî, ahlâkî, rûhî, zihnî güzelliktir esas önemli olan. Tüm insanlar, hangi renkte, hangi yaşta, hangi seviyede olursa olsun yaratılışındaki mânevî/fıtrî potansiyel sâyesinde güzellik yarışmasına katılabilir, derece alabilir. Çünkü Allah, ölüm ve hayatı, insanlardan kimlerin en güzel ameller işleyeceğini sınamak için yaratmıştır (67/Mülk, 2). Hayırda yarışmaya katılmamız emredilmiştir (2/Bakara, 148; 5/Mâide, 48). İnsan yüzünün ve bedeninin güzelliği, somut bir güzelliktir, genellikle “cemâl” kelimesiyle ifade edilir. Onun mânevî, ahlâkî güzelliği ise soyut bir güzelliktir ve çoğu zaman “hüsün” kelimesinde ifadesini bulur. Soyut güzellik gözle görülemez, ancak bir mânevî aynada kendini hissettirir. Meselâ, merhametin güzelliği, fakire verilen sadakada somutlaşır ve seyredilir. İlim ve aklı kullanma da soyut bir güzelliktir. Bu güzelliğin sergilenmesi de ihsân derecesine ulaşan sâlih amele kapı açan tevhidî imandır. Soyut güzelliklerin zirvesi iman ve takvâdır. Hiçbir gözün görmediği, beşer aklının hayal bile edemeyeceği Cennetin muhteşem güzelliği, iman ve sâlih ameldeki güzelliğin öteki âlemdeki yansıması ve ürünüdür.
Güzelin ölçüsü müslümana göre bellidir: Cemîl/Güzel olan Allah’ın hükmü. Güzel, Allah’ın güzel dediğidir. Bütün fıkıh usûlü ile ilgili kitaplarda “husün-kubuh” (güzellik-çirkinlik) konusu işlenir. Bu konudaki görüşler şöyle özetlenebilir: “Güzel olan Allah, sadece güzel olan şeylerin yapılmasını emreder” veya “güzel olan Allah’ın emrettiği her şey güzeldir.” “Allah sadece çirkin şeyleri yasaklar” veya “Allah’ın yasakladığı her şey çirkindir.”
“Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzeli sever.” (Müslim, İman, 1/93; İbn Mâce, Duâ, 10) hadis-i şerifi de, bu konuda müslümanlar açısından çıkış noktası kabul edilmiştir. Allah’ın emrettiği “ihsân”ın bir anlamı da güzelliktir. İslâm; düşüncenin, hareketin, duyguların, sözün, sesin, davranışın, kısacası her çeşit ibâdetin, yani her şeyin en güzelini ister.
Haramlar güzel olamaz. Duyular, duygular yanılabilir. “Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, Hâlbuki siz bilemezsiniz.” (2/Bakara, 216). Nefisle, arzu ile, hevâ ile, câhiliyyenin çirkeflikleriyle kirlenmiş ve fıtratı bozulmuş, selîm olmayan akılla güzelin tanımı ve ölçüsü tesbit edilmeye kalkılırsa, insan putlaştırılmış olur. Haram olduğu halde güzel zannedilenler, gerçek güzelden insanı alıkoyan yapay/sanal güzellerdir; daha doğrusu hallüsinasyonlardır. “Şeytan onlara yaptıkları işleri ziynetlendirip güzel gösterdi ve onları yoldan saptırdı.” (29/Ankebût, 38)
Haram olan bir şey, müslümana göre güzel değildir. Çünkü müslümanın ölçüsü, duyuları ve duyguları değildir. O, duygularının, hevâsının kulu değil; Allah’ın kuludur. “Hoşlandığı ve hoşlanmadığı” her konuda Rabbine itaat edecektir. İmanı nispetinde duyu ve duygularını da selîm/sağlam kılacak, onları da Rabbine teslim edecek, o zaman nefis de mutmain olacak, Rabbinin emirlerinden râzı ve hoşnut olma seviyesine çıkacaktır. Bu, benliğini kaybetme değil; aksine, bulmadır. Bu, yok olma değil; Allah’ta var olmadır, kâmil insan olmadır.
Güzelleştiren Allah, güzeldir ve güzellikler O’nun cemâlinin vasfıdır. O’nun güzelliği de yaratıklara benzemez. İnsanları etkileyen sanat eserleri, mûcizelerin gücü, hârika ve fevkalâde olaylar… bütün bu güzellikleri yaratan ve bu güzellikleri idrâk edecek yetenek vererek insanı güzelleştiren Allah’tır. Evrendeki her şeyde güzellikler açık veya kapalı bir şekilde görülmektedir. Güzel olan Allah’ın yarattığı varlıklar, ya bizzat güzeldir veya sonuçları yönüyle güzeldir. Allah’tan daima güzellik zuhur eder.
Güzel Kur’an’la Güzelleşmek
Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab’ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah’ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.” (39/Zümer, 23)
Kur’ân-ı Kerim, sözlerin en güzelini barındıran bir Kitap’tır. Allah’ın kelâmı, tüm güzellikleri içerir (39/Zümer, 23). Bu yüzden insana, indirilen sözün en güzeline uyması emredilir. İnsana inen sözlerin en güzeli Allah’ın sözü (39/Zümer, 55) olduğundan insan, ancak Kur’an’a uyarak güzelliğe uymuş ve güzelleşmiş olur. Çünkü güzelleşmek isteyen insanların bir niteliği, sözü dinleyip onun en güzeline uymaktır (39/Zümer, 18). En güzel din, güzellikler sergileyerek Allah’a teslim olanların dinidir (4/Nisâ, 125). Allah, aynı zamanda hüküm verme bakımından da en güzel olandır (5/Mâide, 50). Allah, fiil, söz ve hükmüyle en güzelin kaynağı olduğundan, en güzel isimler (esmâu’l-husnâ) da O’nundur (7/A’râf, 180; 20/Tâhâ, 8; 59/Haşr, 24).
Kur’an, insanın inancı başta olmak üzere tüm bireysel, âilevî, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatını, gizli-açık bütün amellerini/davranışlarını, ahlâkını, içini, dışını, çevresini, kısaca her şeyini güzelleştirir. Yeter ki Kur’an’a tâbi olsun insan. Esfel-i sâfilîne düşmekten, hayvanlaşmaktan, hayvanlardan daha aşağı olmaktan kurtarır Kur’an. İnsanı meleklerle yarışacak hale yükseltir, olgunlaştırır, kâmil hale getirir.
Kur’an İhsânı, Yani Güzelliği ve Güzelleşmeyi Emreder
“Muhakkak ki Allah, adâleti, ihsânı, akrabâya vermeyi emreder. Çirkin işleri, münkeri, fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (16/Nahl, 90). Kur’an’ın emrettiği“ihsân”, bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder. İhsan; iyilik etme, güzel davranma, ikram etme, lütuf, bağış, güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir. İhsan, başkasına nimet sunmak, iş ve fiillerinde güzel davranmak veya gerekenden fazla verip gereğinden azını almaktır. İhsân, yaptığı işi en iyi biçimde ve noksansız yapmaya denir. İhsan, temel olarak iki anlama gelir. 1- Bir şeyi güzel yapmak, 2- İyilikte bulunmak. Kur’an’da Allah Teâlâ, ana-baba başta olmak üzere, bazı kimselere ihsânı özellikle emreder.
Kur’an, insanı güzelleştirmek için çeşitli tavsiyelerde bulunur.
Her şeyden önce insanın inancını güzelleştirmek isteyen Kur’an, ibâdet yönüyle de insanı güzelleştirir. Kur’an, içerik ve üslûp yönüyle güzel konuşmayı emrederek sözleri güzelleştirir. Kur’an, insanlar tartışmak ve münâkaşa etmek zorunda kalınca da güzellikten ayrılmamayı emreder. Tanışırken, konuşmaya başlarken, selâm verirken de güzelliği Emreden Kur’an kötülükler ve çirkinlikler karşısında da güzel davranmamızı emreder. Hakka çağırırken de güzellik Kur’an’ın prensibidir. Kur’an, ana-babaya güzel davranmayı çok önemser. Kur’an, yediklerimizin ve giydiklerimizin güzel olmasını istediği gibi, insanda toplam kalite sağlar; insanı her yönden olgunlaştırıp güzelleştirir. Kur’an’ın oluşturmak istediği insan tipi “muhsin” sıfatıyla ifâde edilir. Muhsin, güzellikler sergileyen ve güzel işleri gerektiği gibi en güzel şekilde yapan demektir. Allah (c.c.) muhsinleri sever (3/Âl-i İmrân, 134, 148; 2/Bakara 195; 5/Mâide, 13, 93). Allah muhsinlerle beraberdir (16/Nahl, 128; 29/Ankebût, 69). Muhsin, güzellik sergileyen, güzel işleri lâyık oldukları bir şekilde yapan, bol bol ihsanda bulunan demektir. Mü’minler, inandıkları Rablerinden öğrendikleri ihsan ahlâkıyla, sürekli ihsan ederler, muhsin olmaya çalışırlar (16/Nahl, 127; 2/Bakara, 112; 4/Nisâ, 125).
Tüm davranışlarımızı güzelleştirmek ister Kur’an
Mü’min, Kur’an insanıdır. O’nu okumak, anlamak ve yaşamakla emrolunmuştur. İnandığı ve hayat nizamı edindiği Kur’an’a karşı mü’minin ilk vazifesi, O’nu sık sık okumaktır. Kur’an’ın ilk emri “oku” iken O’nu okuyamamanın mâzereti olamaz. Kur’an’ı okumaktan asıl gaye, onu anlamaktır. İslâm, ana kanunlarını teşkil eden Kur’an’ın anlaşılmasını belirli bir zümrenin tekeline bırakmamıştır. Kur’an, her bir kişi için gönderilmiştir ve Kur’an mesajı ana hatlarıyla herkes tarafından anlaşılacak kadar açıktır. Kur’an’ımızı okumak, anlamak için olacağı gibi; anlamak da şüphesiz tatbik etmek için olacaktır.
Güzel Bakan Güzel Görür; Güzel İş Yapan Daha Güzeline Kavuşur
Hakiki güzel; Allah ve Rasûlü. Allah’ın emri ve hükmü; Rasûlünün tebliği ve örnekliği… Kulluk ve ibâdet…
Bütün yüceliklerle vasıflı ve tüm eksikliklerden münezzeh olan ve her şeye gücü yeten Allah’ımız güzeldir ve güzelliği sever (Müslim, İman 147; İbn Mâce, Duâ 10). Güzelliği sevdiği için de, yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır (32/Secde, 71). Gökleri, yerleri ve insanları ahsen-i takvîm olarak, en güzel kıvamda/biçimde yaratmış (95/Tîn, 4), fıtratlarımızı ve sûretlerimizi güzelleştirmiştir. Yapmakla yükümlü kılındığımız güzel amellerin genel ölçülerini, sözlerin en güzeli kıldığı Kur’an (39/Zümer, 23) ile bildirmiş, ahlâkını azîm/yüce kıldığı elçisi (68/Kalem, 4) Hz. Muhammed (s.a.s.) ile örneklendirmiştir. Rasûlullah’ta güzel örnekler (33/Ahzâb, 21) tümüyle mevcut bulunduğundan, o, kendi görevini; “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvattâ, Husnü’l-Hulk 8; İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 135, Hds. 273; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/381) şeklinde özetlemişti. Güzel Rasûl, bizim görevimizi de şöyle hulâsa etmişti: “Allah her şeyde ihsânı, yani iyilik ve güzelliği yazmıştır (farz kılmıştır)…” (Muvattâ, Husnü’l-Hulk 8; İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 135, Hds. 273; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/381). Dinimizin temel kurallarından birini oluşturan bu hadis-i şerife göre, yatıp kalkmaktan yemek yemeye, kılık kıyafetten selâmlaşmaya, üretim-tüketimden ticarete, yargıdan siyasete kadar bütün hayatî faaliyetlerimizi güzelleştirmekle mükellefiz.
Güzelleştirmek, güzelleşmektir; daha doğrusu, fıtratımızdaki güzelliği ortaya çıkarmaktır. Amellerimizi güzelleştirmenin ise, bir arada bulunması gereken biri şekle; diğeri öze bağlı iki ana şartı vardır: Birincisi, yapılacak işin İlâhî yasaları içeren vahye uygun olmasıdır. Allah ve Rasûlünün emir ve yasaklarına uygun olarak gerçekleştirilen tüm sözler, davranışlar ve işler, güzelleştirilmiş ameller olduğu gibi, vahye ayarlı ve ilimle donanımlı aklın verilerine uygun olarak gerçekleştirilen eylemler de güzelleştirilmiş amellerdir. İkinci şart, öze ilişkin şart ise, şeklen dine ve akla uygun işleri Allah’ı görür gibi ve de O’nun tarafından görüldüğü şuuru içinde ibâdetleştirerek yapmaktır.
Güzel insan olmamız ve mesajımızın güzel olması için, insanları başka şeye, tartışmalı teferrruata değil; sadece Allah’a, Allah’ın mutlak doğrularına, yani hakka dâvet etmemiz ve bunu herhangi bir hizip adına değil, “müslüman” isim ve sıfatımızla, İslâm’ın hizipler üstü temel prensipleri adına yapmamız gerekmektedir: “(İnsanları) Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır.” (41/Fussılet, 33)
Müslüman dâvâ adamı, âyetlerdeki bütüncül çağrıya rağmen; parçacı, hizipçi, cemaatlerinin yorumunu öne çıkaran bir yaklaşım sergileyerek kınanacak bir tavra düşebiliyor: “Onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka, kendi yanındakiyle sevinmektedir.” (30/Rûm, 32)
Dünya ile ahret, birbirinden ayrılmaz. Dünyada güzel yaşamayan insanın, âhiret hayatında güzel yaşaması beklenilmez. Dünyamızı daha güzelleştirme sözü verirken Rabbimize duâmızı yapıyoruz:“Rabbenâ âtinâ fi’d-dünya haseneten ve fi’l-âhireti haseneh ve gınâ azâbe’n-nâr (Rabbimiz, bize dünyada da hasene/güzellik ver, âhirette de hasene/güzellik ver; bizi ateş azâbından koru).” (2/Bakara, 201)