Suriye,Hibullah ve Yerli İşbirlikçileri
İslam coğrafyaları 1800 yıllarından beri ehli küfür tarafından işgal edilmekte, topraklarımız, mallarımız, yeraltı ve yerüstü gelir kaynaklarımız işgalci güçlerin kendilerine müreffeh hayatlar kurmaları adına çalınmaktadır. Bu işgal ve sömürülerin gerçekleşmesi için milyonlarca insanımız öldürülmekte ve sakat bırakılmaktadır. Cezayirin 1830 yılında Fransa tarafında işgal edildiği, 1962 yılına kadar bu işgalin devam ettiği ve sadece 1954-1962 yılları arasında 1.5 milyon insanın katledildiği bilgisi durumun vehameti açısından yeterlidir. Bugün Afganistan, Somali, Irak, Çeçenistan gibi birçok toprağımızda bu işgaller, yağmalamalar ve katliamlar devam etmektedir.
Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda bu işgaller devam etmekle birlikte, emperyalist güçler doksanlı yılların sonuna doğru fikir babası olarak eski CIA başkan yardımcısı ve CIA Ortadoğu istasyon şefi olarak takdim edilen Graham Fuller’in gösterildiği şeytani bir planı devreye sokmaktadır. Yaptıkları her işgal ve katliamın kendilerine olan düşmanlığı ve direnişi arttırdığını gören, katlederek Müslümanları dava ve ideallerinden vazgeçiremediklerini tespit eden batı ve ABD, ümmeti uyuşturacak ideolojik silahını coğrafyalarımıza doğrultmuştur. Bedenen daha az öleceğimiz ama inançlarımız ve mücadele alanlarımız üzerinde çok daha büyük zararlara sebebiyet verecek bu ideolojik silahın adı bilindiği üzere ılımlı İslam’dır.
Aslında bu silah hiçte yeni bir silah değildir. Hz. Peygamberin davetinin ilk yıllarından itibaren müşriklerin Efendimizden rahatsızlığı onun peygamberlik iddiasından veya kılacağı namazdan öte tevhidin gereği olarak Efendimizin onların tüm şirk inanışları ve kurmuş oldukları tağuti sistemlerine dair reddiyeleridir. Hz. Peygamber topluma hakim olmuş şirk inanışının yansıması olan putları ve mevcut tağuti yönetimi reddetmese Mekke’nin müşrik yönetimi ile çokta bir sorun yaşamayacaktı. Bu tespitin haklılığının en güzel ispatını, yine nebevi davetin ilerleyen yıllarında müşriklerin Efendimize yapmış oldukları uzlaşma tekliflerinde görmek mümkündür. Bir nevi müşriklerde Hz. Peygambere ılımlı bir İslam yaşamasını teklif etmişlerdi.
Şirk ve tağuti inançların yerle bir edilmesi, alemlerin tek ilahı ve rabbi olarak Allaha iman edilmesi, bunun tezahürü olarak insanlığın hayatına tek ölçü koyacak kudretin Allah(cc) olduğu inancı, Allahtan gayrısının hayata dair tekliflerde bulunma isteğinin reddiyesi, sadece Allah’ın (cc) hükmünün hakim olacağı toplum ve devlet inşası demek olan vahiy ve nebevi ölçülerin tezahürü bir İslam, Mekke’nin ve tüm zamanların müşriklerinin kabul edebileceği bir durum değildir.
Bu silahın yeni olmadığını bu topraklarda yaşayan bizler çok yakin bilmekteyiz. Cumhuriyeti kuran zihniyet meclisi dualarla açarken, ilerleyen yıllarda diyanet diye bir kurum kurarak, burada insanlara işlerine gelen bir dini öğretmek ve yaşatmak gayreti içine girmiştir. Diyanet işleri başkanlığının görevi dünden aldığı öğretiyle, bugünde insanlara Rabbimizin dinini saf bir şekilde öğretmek ve yaşanılmasını sağlamak değil, devletin işine gelecek bir İslamı insanlara yutturmaktır. İtiraf etmeliyiz ki bunda da başarılı olmuşlardır.
Bugün çağın müşrikleri de aynı mantıkla, aynı senaryoyla karşımıza çıkmaktadır. Komple yok etmeyi başaramadıkları bir dini bari işleyişlerine engel olmayacak hale getirme gayreti içindedirler.
Çeçenistan toprakları, kâfir ve zalim Rusların bunu denediği bir İslam bölgesidir. Yüz seneyi aşkın bir zamandır bu toprakları işgal etmek, insanları dininden uzaklaştırmak ve tüm zenginlikleri sömürme gayretinde olan Ruslar bu toprakların yiğit insanlarının İmam Mansur’dan beri imanlarından aldıkları güç ile müthiş bir cihadi direnişle karşılaşmıştır. Bütün askeri gücüne rağmen bu topraklarda hâkimiyet sağlayamamış ve bu asil halkı işgallere karşı cihattan vazgeçirememiş olan Ruslar, ılımlı İslam silahını bu topraklar üzerine yöneltmiştir. Çeçenlerin içinde çıkarttıkları, babası da Rus uşağı olan, dünyaperest, mal, makam, kadın düşkünü Rus köpeği Kadirov üzerinden bu proje bu topraklarda uygulanmaya başlamıştır. Rusya’dan akıtılan parayla yıkılan şehirler imar edilecek, camiler ve kurslar açılacak hatta Çeçen gençleri Rus parasıyla farklı İslam ülkelerine gönderilerek İslami ilimler tahsil edilecek, buralardan aldıkları ilim ile yarının Bel’am’ları olarak Çeçenistan’a dönecek ve Kadirovların saltanatına uygun bir din, dinine bağlı bu topluma empoze edilecek. Bunlar bir iddia değil bir vakıadır ki Türkiye’den Kadirov’un paralı bir uşağı gazeteci tarafından bizlere bu durumu sevimli göstermek için yapılan haberler bu tabloyu net biçimde önümüze koymaktadır. İnsanlar Rus parasıyla yaptırılan camilere gidip namaz kılacak, oruçlarını tutacak, hacca gidecek, hatta ilim öğrenecek ama bu yarım dinin öğretisiyle sulanan zihinler, rusyanın işgaline, kaynaklarını sömürmesine, Allahın değil rusların hükmünün hakim olduğu bir devlet yapısına hiç itiraz etmeyecek. İşte sizlere Rus soslu ılımlı İslamın hayat tasavvuru.
Türkiye’de Ilımlı İslam
Çeçenistan üzerinden örneklendirmeye çalıştığımız bu tüm zamanların şeytani düzenlerinin üzerimize doğrulttuğu silah sadece Çeçenistan’a özgü bir tehlike değildir. Tüm İslam coğrafyaları aynı sürecin muhataplarıdırlar. Arap baharı sonrası yönetim değişikliği yaşanan ülkelerde başa gelen Müslüman yöneticilerin söylem ve talepleri bundan bağımsız değerlendirilecek bir durum değildir. Ancak önce kapımızın önünden mesul olma prensibiyle, içinde yaşadığımız ülkenin yöneten ve yönetilenlerini bu ölçülerle gözlemlemeye ihtiyacımız vardır. Bu topraklarda laik ve Kemalistlerin iktidar dönemlerinde dine karşı kökten bir reddiye ile mücadele etmesinin ve Müslümanlara hiçbir alanda hayat hakkı tanımamasının ardında namazlıların iktidara gelmesiyle önümüze konan din algısı da bu ölçülerle analiz edilmeye muhtaçtır.
Küresel ılımlı İslam projesinin bir parçası hatta prototipi olduğuna inandığım ak parti iktidarında geçen on seneyi aşkın dönemde atılan adımlar, iyileştirmeler ve bu süreçte Müslümanlara verilerek inançlarında alınanları da bu anlamda gözlemlemeye tabii tutmak zorundayız.
Ak parti iktidarının uygulamalarından ziyade beni rahatsız eden, Müslüman camiaların ve onlara yön veren hoca, başkan ve kanaat önderlerinin iktidar ile değişen fikir ve hayat tasavvurlarıdır. Rabbimizin kitabının ve nebevi yürüyüşü kendilerinden öğrendiğimiz hocalarımızın on sene öncesine kadar kitaplarında, derslerinde ve konferanslarında altını kalın bir çizgiyle çizerek bizlere öğrettikleri birçok doğrunun bugün ya tam tersi beyanlarına ya da hasır altı edilerek gündem dışı tutulmasına üzülerek ve kızarak şahit olmaktayız. Hacı ağabeylerin televizyon kanallarında, alınan reklamlar, yapılan yayınlar, programlara çağrılan konuklar, konuklarla yapılan söyleşiler, hatta haber sunarken seçilen gündemler etliye sütlüye hiç bulaşmadan tüm hızıyla devam etmekte. Hacı ağabeylerin gazetelerinin manşetleri, köşe yazarları ve olayları ele alarak gündemleştirmelerindeki seçicilik, köşe yazarları tamda ılımlı İslam sürecine uygun bir gidişle devam etmektedir. Hoca statüsünde konferanslarda, ekranlarda bize Kuran’ı ve peygamberi anlatan kişilerin seçtiği konular, ayetlere tevillerle yüklediği anlamlar, gelişen olaylara kendi çephelerinde Müslümanca bakış açıları asla kabul edilebilecek bir noktada değildir.
Ak parti gemisine binerek keskin bir dönüşümü yaşayan bu ülkenin genel Müslümanları içimizi acıtan bir kısır döngü içersinde hizmet etmek, İslamı devletin tasallutunda kurtararak insanlara ulaştırmak vazifesi varken, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olmanın şerefinden mahrum kalacak şekilde ılımlı İslam projesinin gönüllü neferleri olmaya talip olmuşlardır. İtıkadımız, amellerimiz, kavramlarımız, olaylara yaklaşımlarımız bu zümrenin tevil bombardımanı altında paramparça edilmektedir. Allah’a ortak koşmanın şekilleştirilip bireyselleştirildiği, tağutun kavram haznelerimizden çıkartıldığı bir iman ile tevhidin aslı olan ilahlık ve rablık iddiasında olan birey, kurum ve devletlerin reddiyesinde uzak, inkar (tağutu) etmeden iman etmeyi getiren ılımlı bir itikadi yapımız oluşmaya başlamıştır. Tağuti bir anayasanın Kurana ve peygamberlere iftira atılarak oluşturulduğu örnekliklerle oylanması, demokrasi ve liberalizm gibi la kapsamında olması gereken hayat tekliflerinin ekranlarda ballandıra ballandıra anlatılarak tasvip ettirilmesi. Hatta bu hayat tekliflerinin bizatihi İslama en uygun hayat teklifleri olarak bizlere sunulması itikadi inanışlarınızda çok büyük delikler açmıştır. Böyle bir kabul elbette ki Rabbimizin hükmünün hakimiyetinin hiç konuşulmadığı, İslam da bir devlet yapısının olmadığı, devletin dininin adalet olmasının gerekli olacağı gibi bir sürü zırvalamayı beraberinde getirmiştir.
Olumlu anlamda hayattaki kabul ve reddiyelerimizi mutlak anlamda etkileyecek olan doğru bir itikadi yapıda delikler açılınca, bunun doğal süreci olarak zihinsel ve ameli sulanma ardı ardına Müslüman camialarda vücud bulmuştur. Zihinler sulandırılmış, hayata bakış açımız inancımızdan uzaklaştırılmış durumda. “Demokrasinin gereği, özgürlük, herkesin yaşam hakkına saygı, birlikte yaşama becerisi” gibi zehirli cümlelerle Müslümanların hayata ve topluma bakışı inancından iyice koparılmış durumda. Yaşam haklarına saygının da, birilerinin özgürlük sınırlarını da artık Rabbimiz değil demokrasi belirlemekte. İslami toplumların ortak organize ettiği bir panelde yüzlerce Müslüman dinleyicinin karşısına konuşmacı olarak çıkartılmış hatibe, Müslüman kadınların artık evlere hapsolmaktan! kurtulduğunu hayatın her alanında var olduğunu ballandıra ballandıra anlattığı bir konuşmada, kendisinin homoseksüellerin haklarıyla ilgili bir eyleme giderek destek verdiğini övünçle anlatmaktadır.
Bu sulanmış zihinlerin doğal tezahürü olarak teşekkül edilmeye başlayan Müslümanların ameli dünyalarında ki çarpıklıklarla ilgili tespitleri bir başka yazıya bırakarak meramımızın anlaşılması noktasında sadece yüzeysel örneklikler verilmelidir.
Rabbimizin mümine kadına emri olan tesettürün konuşma, davranış ve şekli unsurlarındaki yaşanan sulandırılmalar ile mendil kadar bir bez parçasına düşürüldüğü, bu bez parçasının tesettürün ruhuna aykırı olarak stadyumlara, piyango kuyruklarına, bankalara, nargile kafelere hatta diskoteklere girdiğini nefretle gözlemlemekteyiz.
Sınırların, bayrakların, şirk sistemlerinin kurumlarının namazlı-hacı abilerin iktidarlarıyla zihinlerimizde ve söylemlerimizde savunmamız gereken yapılarımıza dönüşmüştür. D(h)iyanetin kurumsallığı ve otoritesi, devletin memuru olan imamların konumu bizlerde kabuller oluşturmuştur. Dün Ramazan oruçlarımıza ve bayramlara başlarken hilalin gözlemlenmesi, hesaplamalarla amel etmeye itirazlarımız bugün yerini bu konumu savunmaya kadar gelmiştir.
Emperyalist güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin propagandalarına uygun olarak cihadın terör, mücahitlerin terörist görülmeye başladığı süreçlerden geçmekteyiz. Oluşturulmaya çalışılan komple teorileriyle Allah’ın (cc) dininin hakimiyeti ve mazlumların mağduriyeti için bedel ödeyen yiğitler ekran başındaki entel abiler tarafından ithamlara maruz bırakılmaktadır.
Kapitalizmi tüm unsurları hayatlarımıza sirayet etmektedir. İktidarlarla kurdukları ilişkilerde sonra makam ve ihalelerin muhatabı olan hacı abiler ölçüsüzce kazanma ve sahip olma yarışına girmişlerdir. Bu durum hoca ünvanlı amcaların yaydığı fetvalarla beraber faizci zalim bir iş adamı profili oluştururken, yine sahip olma adına çalışan kesim faizci ve piyangocu olmaya başlamıştır. Tabii önemli bir detay bu zihin-amel değişikliği yaşanılırken namazlar kılınmaya umrelere gidilmeye devam edilmektedir.
Detayların başka yazıya bırakıldığı bu örneklerden sonra küfür ve şirkin özellikle devlet-kurum boyutunun reddedilmediği buna karşı mücadele edilmediği, küresel-yerel emperyalist sömürünün karşısında durulmadığı hayatlarımızın tamamının ölçüsünü sadece Rabimizin koyacağı ön kabulden uzak bir hayat tasavvuruyla yaşandığı bu hayatlar bu tuzağın İslam toplumlarında vücut bulmaya başladığının göstergesidir.
Bu ılıştırılmış İslam herkes için iyidir! Tağutları, zalimleri rahatsız etmeden, doğal tezahürüyle horlanmak, dışlanmak, mağdur olmak, fakir kalmak, hapsedilmek, işkence edilmek gibi bedeller ödemeden, hayata dair kırmızı çizgiler koymadan İslami bir hayat yaşamanın dayanılmaz hafifliğini yaşamak. Haydi kandıralım birbirimizi ve bu yol yanlıştır diyenlere “siz hala oradamısınız”diyerek dışlayalım onları.
İslamcılık
Bu yeni din algısıyla birlikte sadece hayat tasavvurlarımız değil, aynı zamanda bu inanca sahip olanların ismi de değişmiştir. Artık insanlar kendilerini yeni bir ünvanla isimlendiriyorlar. Bu hal aslında olması gereken bir durumdur.
Allah’a iman eden, hayatını O’nun emirlerine uygun yaşayanlara Rabbimizin Hac suresi 78. Ayetinde Müslüman ismini verdiğini bildirmektedir. Müslüman isminin teslim olan anlamına geldiğini bilen yeni jenerasyon ılımlılaşmış bir din yaşamaya talip olduğunda elbette ki bu durumda kendine yeni bir isim bulmalıydılar. İSLAMCI bu hacı abilerin kendilerine yakıştırdıkları yeni isim olarak yaygınlaşmaktadır.
Yaşadığımız hayat içinde ayakkabı satana ayakkabıcı, dondurma satana dondurmacı, köfte satana köfteci denmesi mutlak doğru iken İslamcı ismi bu anlam bütünlüğü içerisinde son derece manidardır. Bu ölçüler içerisinde insan düşünmeden edemiyor. Acaba bu hacı abiler neye karşılık ne sattılar da İslamcı olmaya gönülden razı oldular.
Bir dostumun veya düşmanımın bana İslamcı diye hitap etmesini şahsıma yapılmış hakaret kabul ederken, birilerinin kürsülere, ekranlara İslamcı ismiyle taktim edilmesinde yaşadığı gururu anlayamıyorum.
Başbakanın uçağına binmek adına ideallerinden vazgeçen hacı abileri, TRT kanalında program yapmayı değişimleriyle hakkeden İslamcı ablaları, kurumunun menfaatleri adına ideallerini rafa kaldıranları, iktidarla ters düşmeme adına dün bizlere öğrettikleri itikadi ve ameli gerçekleri eski eserleri de ortada olmasına rağmen terkeden alim sıfatlı hocaları gözlemleyince, kim, neyi, kime, ne adına sattı da bu İslamcı ismiyle gururlanıyor sorularım cevapsız kalmamaktadır.
Algımın bana anlattığı tek gerçek bu akil! adamların bir yerlere “bak ben onlar gibi tevhid, tağut, şirk gibi kavramlarla senin birey, kurum ve devlet olarak varlığını reddetmiyorum” mesajını vermektir.
Rabbimize duamız bizi şeytanın ve şeytanlaşmışların dilinden ayet, hadis düşürmeyen, sakallı, namazlı, umre yapanlarına karşı uyanık kılması, çoğunluğun değil, en güzel örnek olan Hz.Peygamberin yolundan kıl kadar ayrılmadan yürümeyi nasip etmesidi