Yazılar

Ahiret Bilinci

   Bilinç deyince aklımıza hemen bilinçli tüketiciler gelir. Hatta bu konuda tüketici dernekleri, danışma ve de şikayet etme yerleri vardır. Bilinçli tüketici herhangi bir ürün hakkında duyduğu rahatsızlığı bu kuruma haber vererek şikayette bulunabileceği gibi bu dernekten bilinçli tüketici olmak için bilgi de isteyebilir. Sözgelimi bilinçli tüketici almış olduğu ürünün sağlık açısından kendisi ve sevdikleri için zararlı bir madde taşıyıp taşımadığını böylelikle öğrenmiş olur. Son tüketim tarihinin geçip geçmediğine, herhangi bir hastalığı varsa o ürünü kullanıp kullanamayacağına dikkat eder. Böylelikle tüketimini, ne yaptığını bilerek yapıp, zarar göreceği bir harekette bulunmamış olur. Bilinçli insanın hali her halûkâr da böyledir. Bu yüzden bilinçli olmak gerçekten çok önemlidir. Burada şu soruyu sormak gerekir; “İnsanlar içerisinde en çok bilinçli olması gereken veya bilinçli olması beklenen kimse kimdir?” Bu soruya her halde cevap verirken en fazla “tüketici danışma hattını arayan” demeyiz. Bu kimse Müslüman olmalıdır. Çünkü Müslüman, her şeyin özünü en ince ayrıntısına kadar kuşatan, her varlığın yaratıcısı Allah’a (cc) kulluk edip O’nu Rabb kabul ederek, terbiye, eğitim ve bilincini O’ndan alır. Dolayısı ile bilinçli olmayı en çok hak eden ve de olması beklenen Müslümanlardır. Onlardır topluma şahitlik, önderlik yapacak olanlar.       

   Bir Müslüman, bilinçli olacağı konuların başında inanç esaslarını ele almak zorundadır. Bu konuda ki inancını olumlu şekilde etkileyecek, kendisini bilinçlendirecek ilme önem vermelidir.         

“Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler”. (2/Bakara Suresi-4)

  Ahiret arapça’da ‘son, sonraki’ anlamına gelen ‘âhir’ kelimesinin müennesidir. Dünyadan sonra gidilecek son ve asıl mekânımız olan ebedi âlemin adıdır. Bir nevi hayatımızın arka tarafı diğer yanıdır. Ahirete iman, iman esaslarımızdan biridir. Daha ilk inen ayetlerde Allaha imandan hemen sonra ahirete imandan bahseden ayetler bu şekilde insanlığı bir eğitime tabi tutarak yetiştirmeyi, eğitmeyi önceliklemiştir. Bir şeye hak ettiği değeri ve önemi insan ancak ve ancak o işin bilincine eriştiği veya değerini anladığı zaman verir.

   Günümüzde birçok önemli kavramın tahrif edildiği bir gerçek. Kavramlar üzerinde oynanan soğuk bir savaş maalesef var. Bunun farkında olamayanlar bu savaştan mutlaka az veya çok inançları ile ilgili bir zarara uğramaktadırlar. Konumuz ile ilgili belki ahiret kelimesi hakkında öyle bir tahrife gidilmemiş olsa bile nasıl bir ahiret anlayışı olması hakkında, bizi orada neler bekliyor olması hakkında, yani yüklenen anlam hakkında birçok tahrife gidilmiştir. Ehli kitabın bir kısmı “ateş bize sayılı günlerde dokunacak” derken, diğer bir kısmı “İsa (as) bizim avukatlığımızı yapacak” diye inanabiliyor. Bazıları daha dünyada iken, cennetten paraları ile arsa satın alabiliyorlar. Sözde din adamlarından tapulu arsa satın alıp, ahirette rahat edeceklerine inanırken, bazıları da şeyhlerinin kendilerini kapıda karşılayıp cennete buyur edeceklerini düşünebiliyorlar. Günümüzde özelikle genç beyinlerimize karşı da “sonunu düşünen kahraman olamaz” vb… dedirterek ahiret anlayışlarını olumsuz etkileyecek sloganik cümleler ile bir saldırıda bulunuluyor. Kahramanı peygamberi olmayan O’nun,  hadisini değil de, kurtlar vadisindeki kahramanının sözünü öne alacaktır. Artık istikbal deyince anne babaların aklına çocuklarının sadece bu dünyası geliyor. Çocuğum okusun da avukat olsun, doktor olsun, mühendis olsun vs… deniliyor. Çünkü son deyince ahiretteki bizi bekleyen akıbet değil dünyadaki yani peşin olarak verilen imtihan araçlarının amaç haline gelmiş hali aklımıza geliyor.
 
   Oysa Rabbimiz bakın ne buyuruyor;

“Gök, infitar ettiği (yarıldığı) zaman!”
“Güneş tekvir edildiği (dürüldüğü, nuru narından ayrıldığı, ışığı giderildiği) zaman!”
“Ve yıldızlar, (karartılarak) döküldüğü zaman!”
“Ve dağlar, yürütüldüğü zaman!”
“Denizler tutuşturulduğu zaman!” (İnfitar, 1/ Tekvir, 1-2-3-6)

         

   Dehşetli bir tablo gözümüzün önüne nasılda seriliyor bu ayetlerde.

   Bir hadis rivayetinde Peygamberimiz (sav) Yasin suresinin Kur-an’ın kalbi olduğunu buyurmuştur. Nasıl ki insanın vücudunda bulunan kalp tüm organların canlı kalması için sürekli kan pompalar tüm vücuda ve bu durum insanın tüm hayatı boyunca devam eder. Kan dolaşır durur insan vücudunda. Döner dolaşır yine aynı yere gelir. Yasin suresinde de konu döner durur ve hep ahirete gelir. Bizler yaşantımızda her daim ne yaparsak yapalım ahiret hayatımızdan kopuk hiçbir iş yapamayacağımızı, tüm planlarımızı bu değerlendirme ışığında yapmamız gerektiğini anlarız. Müslüman özellikle inanç esaslarında inanç esaslarına nasıl inandığını bu konuda ne kadar bilinçli olduğunu değerlendirmelidir. İnandığı konuyu ilmi bir birikimle mi içselleştirmiş, görürcesine mi o bilgiyi kabul etmiş yoksa hakkal yakîn bir şekilde şahit mi olmuş. İnancın zirvesi diyebileceğimiz hakkal yakîn imana doğru her zaman bir ilerleme içerisinde olmalı, özellikle bu konuda 2 günü birbirine eşit olan, dolayısıyla zararda olanlardan olmamalı.

  “ Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk et” (Hicr 99 ) ayetinde işaret edilen ölümün insanlar tarafından nasılda inkâr edilmeyen bir gerçek olarak kabul edildiğini hatırlayalım. Genciyle-yaşlısıyla, mü’mini-kâfiri ile gelmiş geçmiş tüm insanların kabul ettiği bir gerçektir ölüm. Yani yakîn bir şekilde, insanlık nasıl bunu kabul ediyorsa biz Müslümanlarda inanç esaslarımıza böyle bir sağlam iman ile inanmalı  adımlarımızı ona göre atmalıyız.

 Ahiret deyince aklımıza neler geliyor? Dünyanın sonunu mu canlandırıyoruz gözümüzün önünde, yoksa kendi ölümümüzde bir kıyâmet olduğunu mu? Kıyameti düşünürken bazı film sahnelerinden etkilenerek mi yoksa vahyin resmini çizdiği dehşet tablolarıyla mı tefekkür ediyoruz? Çağdaşım diyen, inkârını bu maske ile gizlemeye çalışan insan, ölümü hatırlatan mezarları bile görmek istemiyor. Bu yüzdendir ki mezarlar hep şehrin merkezlerinden uzağa kurulmuş durumda. Tek dünyası olan insanlar bu dünyalarında geçici zevklerinin tadını kaçırtan bu gerçekten kaçmaya çalışır hale geldi. Ölümü inkâr etmese de düşünmek istemiyor hatta hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor veya yaşadığını zannediyor. İnsanlar cenneti dünyada aramak şaşkınlığına düştüler. Suni şeylerle mutlu olmaya çalışıyorlar. Bu da onları maddeleştiriyor. Ev, araba, daha pahalı bir yaşam, gösteriş onları dünyevileştirdi. Ruhunda açılan yaraları da tedavi etmek için kendini bazı şeylerle kandırmaya çalışır. Büyük akvaryumlarla, hafta sonu tatilleriyle, film, maç ve müzik gibi şeylerle değersizlendirir en değerli vakitlerini. Bir boşluktadır adeta. Bu hale gelmesindeki en önemli neden hiç şüphesiz ahirete imandaki eksikliği veya yanlış inancı söz konusudur. Oruçlu iki insan düşünün. Bunlardan biri, akşam ezanının okunmasıyla iftar edeceğine inanırken diğeri, bundan şüphe duyuyor. Sizce hangisi orucunu tamamlayabilir veya tuttuğu oruç sıhhatlidir. Tabi ki şüphe duymadan iman eden. Diğeri ise hep vesveselerle boğuşup duracak. Acaba akşam ezanı var mı? Varsa bile okunacak mı? Bu haberler doğrumu? vs…..

  Kendimizi inanç esaslarımız konusunda sağlam temeller üzerinde tutabilmek için manevi kontrol sistemleri koymalıyız. Rabbimiz hiç şüphesiz bizi bizden iyi bilendir ve bunun için günlük 5 vakit namaz gibi kontrol noktalarını koymuştur. Bu kontrol noktalarını iyi değerlendirmeli hatta gücümüz nispetinde en güzel şekilde istifade etmeye çalışmalıyız. Farz ve sünnet olan ibadetlerimizi müstehap olan ibadetler ile de destekleyip, Rabbimizi hatırlatacak, bizleri hakka yöneltecek ortamlarımızı bulmalı, yoksa da oluşturmalıyız.
Hakkın uyarılarını dikkate almayan, yüz çeviren insanlar, elleriyle tuttuğu, gözleriyle gördüklerine hapsolanlara benzemeye başlarlar. Hayata bakış açıları birbirine benzemiştir çünkü. Ehli kitabın ve de kitap ehli olmaya başlayanların anladığı bir ahiret anlayışına sahip olmamalıyız. Bu da bir tahriptir. Bizim inancımızda ahiret dünyadan ayrı bir şey değildir. Dünyamızda ahiretimizi yaşarız. Dünya ahiretin tarlasıdır. Bir hayat vardır. Bu hayatın bir kısmını dünya hayatı diğer kısmını ise ahiret hayatımız oluşturur. Yapacağımız herhangi bir işte, hayatımızın diğer bir kısmını oluşturacak olan ahireti de hesaba katarak yaparız. Onu kendimize hep yakın tutarız. Yaptığımız işin bize kazancımı yoksa zararımı var dünya-ahiret terazisinde birlikte tartarak karar veririz. Dünyamız için faydalı ama ahiretimiz için zararlı olan bir şeyi kendimiz için kazanç saymaz, aksine kayıp kabul ederiz. Yaptığım bu iş dünyam için, bu da ahiretim için diyen anlayışı reddederiz. İkisini birbirinde ayırmanın büyük bir yanlış olduğunu bilmeliyiz. Ayrıldığı takdirde manevi bir şizofreni hastalık gündeme gelir. Bir kişiyi veya amelini değerlendirirken de iki yüzüyle değerlendirirsek doğru bir sonuca ulaşmış oluruz. Vahy bizi böyle yönlendirir, ekâbir yöneticileri övmez. Onların iyi tarafları var gibi gözükse de onlar için azgın der.  Bu konuda Ebu cehil’i örnek verebiliriz. Kendisi Mekke’yi yöneten, ordunun başında bulunan, sözü geçen, belki çeşitli sebeplerle yardıma muhtaç olanlara yardım eden, hacılara su dağıtan, bol bol ikramda bulunan biri olmasına rağmen, ne vahyin, ne de Resulün tek bir övgüsüne mazhar olmamıştır. Eğer tek taraflı, yani dünya hayatı boyutuyla olayı değerlendirirsek Ebu cehil’in amelleri için kazançlı bir iş yapıyor diyebiliriz. Fakat olayı her iki yüzüyle yani dünya-ahiret şekliyle değerlendirirsek, hiç de kazançlı olmadığını söyleyebiliriz. Günümüz içinde aynı şey söz konusudur. Nice etkin ve yetkin kişiler faydalı işler yapıyor gözükebilirler. Ama hadiselere iki taraflı baktığımızda maskeler düşmeye başlayacaktır. Konumuzla ilgili Nemrud, Firavun, Haman ve günümüzdeki çağdaşları da örnek verebiliriz.    

 Ahirete iman gaybe imandır. Görmeden inanırız ki öyle bir yer vardır. Bu iman fıtrata uyum sağlamaktır. Öze dönmektir. Aksi, fıtrattan yani öz halinden uzaklaşmaktır. İnsan, İslam fıtratı üzerine doğar ve kendisinden istenen de bu fıtratı temiz tutması, kirletmemesidir. Ahirete iman istikbale imandır. Kişi istikbal deyince bakış açısı bu dünya ile sınırlı olmamalı, çocuğum büyüyünce ne olacaksın? diye sormak yerine öldüğünde ne olacaksın diye sormalıdır. Tabi ki sadece çocuğu için değil kendisi içinde. Ahirete iman adalete imandır. Aksi halde ezen ezdiğini ezebildiği kadar ezecektir. Zulüm en doruk noktasına ulaşacaktır. Tıpkı günümüzde olduğu gibi. Ölüm bir son ise, yaptığı yapanın yanına kâr kalacaksa adalet ne için olsun ki. Kim kimden neden korksun. Hayatını yaşa, eğlenebildiğin kadar eğlen. Toplumsal kıyametin gerçekleşip gerçekleşmemesi önemlide olmayacaktır. Ben öldükten sonra ne olursa olsun diyecektir insan. Sonrakiler düşünsünler kendi hallerini, ben mi düşüneceğim onları. İşte bu yüzden ahirete iman aynı zamanda adaletin ayakta kalmasına da imandır. Ahirete iman aynı zamanda hayata imandır. Asıl hayatın, ebedi hayatın öldükten sonra olduğuna imandır. Ahireti inkâr hayatı da inkârdır. Ahiretsiz bir dünya hayatı sadece bir oyundur. Ahiretli bir dünya hayatı ise insanı, yeryüzünün halifeliğine ulaştıracak bir yoldur. Bizlerde kendimize sormalıyız; Yeryüzünün halifesi olmaya mı adayız, yoksa bir oyun içerisinde kaybolup gitmişiz mi?

  Ahiretimizi düşünmeli, her işimizde bu inancımıza göre hareket etmeliyiz. Tabi bunu yaparken de bilinçli olmanın gayreti içinde olmalıyız. Bir hadis de geçtiği üzere, ahiretle , cehennemle ilgili konuşulduğu bir sohbet esnasında gülen bir topluluğa rastlayan Allahın Rasulü, onları öyle bir azarlar ki “hala gülebiliyorsunuz ha” der.  Rivayet edilir ki o topluluk hayatları boyunca bir daha gülmediler. Rabbim bizleri de özellikle, iman esaslarında hakkal yâkin bir imana eriştirecek amelleri işlemeyi ve de bilinçli birer mü’min olmayı nasip etsin.
(Amin) Doğrular Allah’a (cc), yanlışlar ise bizlere aittir. Selam ve dua ile……

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir




Enter Captcha Here :

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Başa dön tuşu