İlkav’ın “Anne Babaya Karşı Sorumluluklarımız” Paneli Yapıldı!
İLKAV’da Kur’an, Hadis ve Sahabe Hayatında, Evladın Ana-Babaya Karşı Sorumlulukları Paneli Yapıldı
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV), 2018 “Siyer Paneli”nde çok hayati bir mesele olan“Kur’an, Hadis ve Sahabe Hayatında, Evladın Ana-Babaya Karşı Sorumlulukları” konusu ele alındı. Panel 15 Nisan 2018 Pazar günü, İLKAV Konferans salonunda gerçekleştirdi.
Sunuculuğunu Ömer Faruk Işık‘ın yaptığı panel, Kenan Doğan‘ın konuyla ilgili Kur’an’ı Kerim ayetlerini ve mealini okumasıyla başladı. Oturumu yöneten İLKAV yönetiminden Osman Yıldız kısa bir açış konuşması yaptı.
Osman Yıldız özetle şunları ifade etti:
“Değerli kardeşlerim, aziz Müslümanlar, insanlık nefsanî özgürlük adına İlahî olanı hayatın dışına itip batı tarzı yaşamı dayatınca her şeyi tüketiyor, en çok da insanlığı ve insani değerleri tüketiyor. Öyle ki özelikle insani değerler bağlamında bir yok oluşa, bir fesad çukuruna doğru yuvarlanıyor. Vahiyden uzaklaştıkça Rabbine ve fıtratına/kendine yabancılaşan insanlık gittikçe yalnızlaşıyor ve yalnızlaştıkça mutsuz oluyor. Maalesef Müslümanlar da aynı serüveni yaşayıp Kur’an’ı terk edilmiş bıraktıkça ve bazı hayat alanlarında hevâya tâbi oldukça aynı sekülerleşme sürecini yaşıyorlar. Bu süreç, toplumun en önemli nüvesi olan aile kurumunu etkiliyor ve yaygın bir yozlaşma yaşanıyor. Ana-baba evlad ilişkileri de bu sekülerleşmeden etkilenerek İslami ölçülerden büyük sapmalar ortaya çıkıyor. İnsanlığın bu halden kurtuluşuna vesile olmak ve iki dünya saadetine ulaşmak, Rabbimizin de Kitabında ifade ettiği gibi ancak vahye ve Rasûlüllah’ın (s) sünnetine sarılmakla olabilir. İşte bu sebeple İLKAV olarak, toplumun en önemli kurumu olan ailenin temelini teşkil eden ana-baba-evlat ilişkilerinin İslami ölçülerini hatırlatmayı önemli bir sorumluluk olarak gördük. İnşâAllah ailelerin ve özellikle evlatların bu paneli ya da videolarını dinlemeleri suretiyle yanlışlarından dönmelerine vesile olunur.”
Daha sonra panele geçildi. Oturum Başkanı Yıldız, panelde önce “Kur’an’da evlatların ana-babaya karşı sorumlulukları”, sonra ” Rasûlüllah’ın (s) hadislerinde evladın ana-babaya karşı sorumlulukları” ve son olarak da “sahabe hayatından örneklerle ana-babaya karşı sorumluluklar” konularının ele alınacağını ifade ederek bu sıralama gereği ilk sözü Mehmet Pamak’a verdi. Ancak Mehmet Pamak’ın konuya başlamadan önce İLKAV olarak neden böyle bir konuyu gündem yapmak ihtiyacı duydukları konusunda bir giriş yapacağını da ifade etti.
Mehmet Pamak, “neden bu konuda bir panele gerek duyulduğu”na dair giriş konuşmasında özetle şunları ifade etti:
“Türkiye’de tepeden dayatmayı esas alan jakoben yönetimlerin egemen olduğu Kemalist baskıcı dönemlerde zora dayalı sekülerleştirme, modernleştirme politikaları uygulanarak Müslüman halklar, vahye tâbi olmaktan uzaklaştırılıp hevaya tâbi olmaya doğru dönüştürülmeye çalışıldı. On yıllara sâri bu baskıcı dönemde, resmi ideoloji kuşatması altındaki laik eğitim ve kültür politikaları da kullanılarak toplumun vahye dayalı öz değerlerinden kopuşu önemli ölçüde sağlanmış ve küçümsenmeyecek bir yozlaşma temin edilmiştir. Ancak daha sonra, baskıları kısmen kaldıran görece özgürlükçü süreçler gelmiş ve bunlar, özellikle hâlâ “Müslüman” kalabilen kesimlere “demokratikleşme” adı altında hevanın ilahlaştırılması alışkanlığını kazandırmakta daha etkili olmuşlar ve yozlaşmayı daha fazla yaygınlaştırmışlardır. Bu dönemlerde yaşanan görece özgürleşme hâli ve kimi kazanımlar hatırına demokratik sisteme entegrasyonla birlikte heva ve arzuları esas alma alışkanlığı ve dünyevileşme daha kolay yaygınlaşmıştır. 28 Şubat baskı döneminden sonraki AKP’nin görece özgürlükçü on beş yılı, bu bakımdan en etkili dönemdir ve çok büyük, çok derin bir yozlaşmaya sebep olmuştur.
28 Şubat baskı sürecini müteakip AKP iktidarında elde edilen kimi imkânlarla ve görece özgürlüklerle rahatlayan Müslümanlar da önceki İslami duyarlılıklarını ve şirke, ifsada, tağutlara karşı mücadele ruhunu kaybederek dünyevileşme, rehavete erme ve sonuçta da hevaya tâbi olma fitnesine yenik düşmüşlerdir. AKP döneminde, baskı dönemlerinde var olan İslami duyarlılıklar özlenir olmuş, 28 Şubat sürecinde direnen İslami kesimler bile laik sistem içi siyasete aktif destekçi haline dönüşmüştür. Böylece on yıllardır tevhidde vahdet oluşturamayanların AKP’ye destek için sandıkta vahdet oluşturdukları ibretle ve üzüntüyle izlenmiştir. Artık gönüllü bir dünyevileşme/sekülerleşme öne çıkmış ve demokratikleşerek dönüşen geniş Müslüman kesimleri giderek iyice kuşatmıştır.
Görece özgürlükçü demokratik siyaset üzerinden meyledilen sekülerleşme, sonra kanıksanarak bireysel ve toplumsal hayat alanlarında da ilahi ölçüler yerine heva ve hevese tâbi olmaya yol açmakta ve bu durum maalesef bulaşıcı bir hastalık misali Müslümanlar arasında hızla yaygınlaşmaktadır. Özellikle son on yılda önce siyasal alanda yaşanan demokratikleşme/heva ve hevese tabi olma, daha sonra bireysel ve toplumsal tüm hayat alanlarını da kuşatmaya başlamıştır. Siyasal alanda demokratikleşmeye alışan zihinler, başka alanlarda da sekiler bir dönüşüme yol açmışlardır. Zihinlerde yer eden seküler demokrasi kavramı, doğal olan dönüştürme tesiri sonucunda, bireyin, ailenin ve toplumun özünde sağladığı alışkanlık ve dönüşümle sair alanlarda da kolayca değişip demokratikleşmesine yol açmıştır. Bireyler demokratikleşerek, giderek artan biçimde heva ve hevese tâbi seküler bir hayata yönelmişlerdir. Aileler demokratikleşerek, ana-baba evlat ilişkilerinin tefessüh ettiği, evlatların çoğunlukla saygısızlık ve isyanı tercih ettikleri, aile içinde “kimse kimsenin hayatına karışmasın” sapkın seküler demokratik anlayışının yaygınlaştığı, emr-i bi’l mâruf ve nehy-i ani’l münker”in terk edildiği ve sonuçta da derin bir yozlaşmanın aileleri kuşatıp tükettiği bir ortama sürüklenilmiştir. Allah ve Rasûlü’nün (s), terk edilmesi halinde fesadın yaygınlaşıp herkesi kuşatacağı, görevini ihmal eden maruf ehlinin de kalplerin birbirine benzeşmesi sorucunda helake müstahak olacağı önemli uyarılarına rağmen “emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker” sorumluluğu terk edilince bu büyük ve derin yozlaşma ve yaygın fesad kaçınılmaz bir sonuç olarak gerçekleşmiştir.
Böylece, son 30-40 yılda ciddi bir mesafe alan Kur’an’ı hakkıyla okuma çalışmaları giderek terk edilmiş, hayatı kuşatan ibadet anlayışından hızla uzaklaşılmış, kimi bireysel ibadetler de içerikten yoksun bir forma indirgenmiştir. Namazdan gâfil olanların sayısı artmış, çoğunlukla sabah namazlarına kalkılmamaya, diğer namazlar ise parçacı biçimde formel olarak yerine getirilmeye başlanmıştır. Ana-babaya saygısızlıklar, kötü davranmalar, itaatsizlikler, yalan söylemeler çoğalmıştır. Sanal dünyada kaybolan, face-book, twitter vb. alanlarda, internet oyunlarında ve diğer boş işlerde zaman öldüren, ahiretin tarlası ve imtihan alanı olan dünya hayatını oyun, eğlence ve süs olarak değerlendiren, İslami sorumluluklardan soyutlanmış seküler dindarlıkların ve Allah’a teslim olmayan bireysel “Müslümanlıkların” ortaya çıkıp yaygınlaştığı bir süreçten geçilmektedir. Tesettürün içini boşaltıp takva elbisesini yırtmış “başörtülü çıplaklar”ın çoğaldığı, ölçüsüz kapitalist kazanma hırsı ve tüketim kültürünün kuşatması altında lüks ve israfın zirvede olduğu, dünyanın haz ve süsüne kapılıp dalanlarla beraber dalanların hızla arttığı bir süreç yaşanmaktadır.
İşte bu panelimizde, yaşanan büyük yozlaşmanın ve hevaya tabi olma alışkanlığının yok ettiği önemli hasletlerimizden birisini, Kur’an’da ısrarla ve tekraren altı çizilerek emredildiği halde terk edilen ana-babaya saygılı olma, iyi davranma ve meşru alanda itaat etme sorumluluğunu ve bu konuda yaşanan büyük sapmayı ele almaya ve “emr-i bi’l-maruf” görevimizi yerine getirmeye çalışacağız inşâAllah.
Herkes ana-baba olmayabilir, ama herkes mutlaka bir ana-babanın evladıdır. Ana-babalarına saygısızlığa, kötü davranmaya ve itaatsizliğe sürüklenmiş bütün evlâtların, sekülerleşmenin etkisiyle Kur’an’da zikredilen büyük sorumluluklarının muhtemelen şuurunda bile olmadan sürüklendikleri bataklıktan kurtulabilmeleri için bir uyarı ve nasihat olsun diye bu panel düzenlenmiştir. Kur’an ve hadislerde yer alan ana-babaya karşı sorumluluklara dair emir, hatırlatma ve uyarıları bir araya topladığımızda, söz konusu sorumluluklarını yerine getirmeyen yetişkin çocukların dünya ve ahirette büyük bir hüsrana sürüklendiklerini bir daha görünce, onları uyarmanın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu merhametle haykırmak istedik. Ana-babası olan evlâtlar, nasıl olur da bu kadar büyük bir felaketten habersiz ve sorumluluklarının bilincinden uzak biçimde hüsrana doğru ısrarla koşarlar, anlamakta zorlandığımı ifade etmek istiyorum.
İnşâAllah bütün evlâtlar, çok yakın olan ölüm, ana-babalarına ya da kendilerine ulaşmadan, bir an önce hâllerini sorgulayarak bu tür yanlışlardan arınıp tevbe ederek, af dileyerek Allah’a tam bir teslimiyetle sığınıp Kur’an’a tâbi olurlar ve ana-babalarına sarılıp özür dileyerek helalleşme imkânını yakalarlar. Ancak böylece Allah’ın ve ana-babalarının rızasını kazanarak dünya ve ahiretlerini zillet ve azaptan kurtaracak, kendilerini hüsrana götürmeyecek bir geleceği umabilirler.”
Bu girişi müteakip Mehmet Pamak, “Evladın Ana-Babaya Karşı Sorumluluklarına Dair Kur’an’da Zikredilen İlâhi Emirleri” ele aldığı konuşmasında ise özetle aşağıdaki başlıklar altında konuyu ele aldı:
Kur’an’da Evladın Ana-Babaya Karşı Sorumlulukları
– Kur’an’da Ana-Babanın Evlada Karşı Görevlerinden Daha Çok Evladın Ana-Babaya Karşı Sorumlulukları Hatırlatılır
Merhum şehidimiz Seyyid Kutub, Kur’an ve hadislerde çocuklara ana-babalarına karşı sorumluluklarını hatırlatan birçok hüküm ve uyarı bulunduğu halde, ana-babanın çocuklarına yönelik sorumluluklarını hatırlatan çok az hüküm ve uyarı bulunmasının sebebini şöyle açıklamaktadır: Çocuğa, ana-babasına ilişkin tavsiyeler, Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin-salât ve selâm üzerine olsun- öğütlerinde yinelenmektedir. Ana-babaya, çocuklarına ilişkin tavsiyeler ise pek az görülür. Onun da çoğunluğu özel şartlarda, özel bir durum olan çocukların diri diri toprağa gömülmesi olayına ilişkindir. Ya da çocukları şirkten ve ateşten koruyucu tedbirleri almak, onları iyi bir Müslüman olarak yetiştirmekle ilgilidir. Çocuklarla ilgili ana-babaya yapılan tavsiyelerin, çocukların ana-babaya karşı sorumluluklarına dair tavsiyelere nazaran çok daha az olmasının nedeni, salt insan yapısının/fıtratının çocuğun korunup kollanmasını kendiliğinden üstlenmiş olmasıdır. Fıtrat, insan varlığının, Allah’ın dilediği yönde sürekliliğinin sağlanması için doğmakta olan kuşağı (çocukları) gözetip koruyacak biçimde yaratılmıştır. Ana-baba çocuklarına cisimleri, psikolojik varlıkları, ömürleri ve sahip oldukları tüm değerli varlıklarını, usanç belirtisi ve serzeniş göstermeksizin severek verirler, bütün varlıklarını ve imkânlarınıçocukları için cömertçe feda ederler. O kadar doğal olarak verirler, o kadar içten feda ederler ki, verdiklerinin bilincine bile varmazlar. Dahası, sanki bu verdiklerini alan bizzat kendileriymiş gibi, bir sevinç, coşku, gayretle verirler! Fıtrat, ana-babanın çocuklar konusundauyarılmaları işinde tek başına yeterlidir. Ve bu fıtri özellikle, ana-babalar, kendiliğinden, yani ayrıca bir uyarılmaya ihtiyaç duymadan evlâtlara karşı sorumlulukları için fedakârca harekete geçip bu konuda adeta çırpınırlar. Çocuk ise; ömrünü, ruhunuve psikolojik güçlerini gelecek hayata hazırlanan kuşak için (çocukları için) kurban verdikten sonrahayatın sonlarını yaşayan kuşakla (ana-babayla) ilgilenmesi için tekrar tekrar vurgulanan uyarılara ihtiyaç duyar. Çocuk, tüm ömrünü adamış da olsa, ana-babasının ortaya koydukları fedakârlığın çok küçük bir kısmını bile karşılayacak imkândan yoksundur.[1]
– Kur’an’da, evlatları için ana-babaya verilen en temel talimat onları “ateşten koruyucu tedbirleri almaktır”:
Ana-babaların kendileri ve evlatları için gösterecekleri en büyük hayır ateşten korunmaktır/korumaktır. ”Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır;” (Tahrim: 66/6).
Hz. Lukman’ın evladına yönelik nasihatleri ve bu nasihatlerin önceliklerine göre sıralanması da, çocuklarını ateşten korumaya yönelik olarak kıyamete kadar bütün mü’min ana-babalara evlatlarına yönelik temel görev ve sorumluluklarını hatırlatmak bakımından yol gösterici olacak niteliktedir.
”Haci Lukman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; ‘Ey oğlum/oğulcuğum, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.”31/lukman/13
Ateşten korunmanın ilk şartı, asla affedilmeyeceği Kur’an’da ilan edilen “şirk koşmak”tan uzak durmaktır. “Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz…”(Nisa:4/116). İşte bu sebepledir ki, ahiret ve hesap bilincine sahip olan her kulun şiddetle kaçınması gereken ilk nasihatinde Hz. Lukman oğluna; büyük bir zulüm olan şirk koşmaktan uzak durmasını öğütlemektedir. Tabii ki, fıtrat ile vahyin arasını kesmeyerek şirkten uzak durmak, dünyada bütün olumsuzluklardan uzak kalmanın ve ahirette de ateşten korunmanın da en öncelikli şartıdır. Lukman’ın (as) evladına nasihatleri, bütün mü’min ana-babalar tarafından da izlenmesi gereken bir sıralamayla ayetlerde yer almaktadır.
– Ana-babalar, evlada duydukları sevgide aşırıya gitmeleri, onlar üzerine aşırı ve abartılı düşkünlükleri sebebiyle uyarılırlar: Çünkü bazı ana ya da babalar evlatlarını o kadar aşırı sever ve onları memnun etmek için Allah’ın emirlerinden o kadar taviz verirler ki, farkında bile olmadan adeta onları ilah edinme, putlaştırma konumuna sürüklenirler.
Ana-babanın evlada düşkünlüğü, sevgisi ve onu koruyup kollaması fıtraten verili bir potansiyel olarak var olduğundan bazen ana-babalar, evladına sevgisinde ve ona değer vermesinde vahyin ölçülerini aşan bir aşırılığa kayıp ahiretlerine zarar verebilecekleri için Kur’an’da birçok ayette bu konuda uyarılmaktadırlar.
Kur’an, fıtraten zaten evladını sevmeye, koruyup kollamaya, ona değer vermeye, onun için her türlü fedakârlığı yapmaya müsait yaratılmış olan ana-babalara yönelik bu konulardaki sorumluluklarını yerine getirmeleri için bir hatırlatma ve uyarıya yer vermez, tam tersine bu konularda aşırı gidip ölçüyü kaçırmaması için uyarır. Evlâtların dünyanın süsü olduğu ve dünyada kalacağı vurgusu yapıldıktan sonra, ana-babalara, onlara duyulan sevgi ve verilen değerde aşırıya gidip onların hatırına Allah’a kulluk görevlerini ihmal etmemeleri, vahyi ölçülerden uzaklaşmamaları ve böylece kalıcı yurt olan ahiretlerine zarar vermemeleri uyarısı yapılır. Evlât hatırına onların işledikleri günah ve haramlara göz yumulmaması, hele de hoş görülmemesi ve mutlaka her yaşta ve her şartta onlara yönelik uyarı görevinin yapılması, emr-i bi’l mâruf ve nehy-i ani’l münker görevinin asla terk edilmemesi istenir. Evlâtların bir fitne/imtihan sebebi olduğunun unutulmaması, Allah katında elde edilecek büyük mükâfatın hedeflenmesi ve bu sebeple evlâtlara yaklaşımda vahyin belirlediği ölçü ve sınırların aşılmaması gerektiği hatırlatılır.
– Evladın eğitiminde ana-babaların aynı safta duramamalarının, birlikte hareket edememelerinin yol açtığı vakum büyük bir zaaf oluşturur, önemli sapma ve savrulmalara yol açar:
Bazı ana-babalar evlada eğitim verirken aynı safta durmakta, aynı ilkeli ve ölçülü duruşu sergilemekte zaafa düşerler, birbirleriyle çelişki arz eden iki zıt tutum içinde bulunurlar. İşte bu çocuklarına yapacakları en büyük kötülük olur. Bu sebeple anne ve baba, çocukların eğitiminde mutlaka aynı safta durmalı ve çocuğa aynı ölçüler ve aynı tutarlı yaklaşım içinde aynı nitelikte eğitimi birlikte vermekte yardımlaşmalıdırlar. Birbirlerini eleştirecekleri ya da düzletilmesinde fayda umdukları bir husus görülerse, bunu çocukların yanında kavga ederek değil, onların olmadığı bir ortamda hikmetle çözüp çocuğun önüne yine birlikte ve dayanışma halinde çıkmalıdırlar. Anne ve baba birlikte hareket ettiklerinde, hiçbir çocuk ikisini birlikte karşısına alıp ikisini birlikte kaybetmeyi göze alamaz ve onların ortak isteğine ya ikna olur ya da uymak mecburiyetini duyar. Ama anne ve baba ayrı düştüklerinde, çocuk kendisinin istediği gibi davranan, korumacılık yapıp kendisine istediği alanı açan tarafı sever, diğerini ise dışlayıp düşmanlaştırır. Kendi isteğine uygun davranan tarafın açtığı boşluğu kullanarak ve diğer tarafa da düşmanlaşarak kontrolden çıkar, disipline, eğitime gelmez ve sonuçta da savrulur gider.
Kur’an’da evladın ana-babaya karşı sorumlulukları:
1- “Allah’a Şirk Koşmayın” “Allah’a kulluk Yapın” Emrini Müteakip Ana-Babaya İyi Davranmak Emredilir
En’am Suresi 6/151:“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin (ihsanda bulunun),..”
Nisâ Suresi 4/36: “Allah’a kulluk/ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyi davranın (ihsanda bulunun). Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”
İsrâ Suresi 17/23: “Rabbin, sadece kendisine kulluk/ibadet etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı (ihsanda bulunmanızı) kesin bir şekilde emretti…”
Görüldüğü üzere, Kur’an’da Allah’a şirk koşmama emrini müteakiben emredilen en büyük sorumluluk ana-babaya iyi davranmak, saygılı ve itaatkâr olmaktır. Aynı şekilde sadece Allah’a kulluk/ibadet yapma emrini müteakip emredilen yükümlülük de yine ana-babaya iyi davranmaktır.
Ahkâf Suresi 46/15:“Biz, insana anne babasına iyi davranmayı (ihsanda bulunmayı) emrettik…”
‘İhsan’ saygı gösterme, onurlandırma, itaat etme ve anne-babayı sevindirip kendilerine hizmet etme vs.yi içine alır. Anne-babanın bu tür hakları Kur’an’ın çeşitli yerlerinde hemen Allah’ın hakkından sonra anılmaktadır. Anne-babanın haklarının yalnızca Allah hakkından sonra geldiğinin ve tüm diğer insanî haklar karşısında önceliği olduğunun açık bir ispatıdır bu.”[2]
Ebeveyne İhsân: Kur’an’da, tek olan Allah’a ibâdet edip O’na hiç bir şeyi şirk koşmama emrinden sonra, ana-babaya itaat etme ve onlara ihsanda bulunma emrinin geldiği görülmektedir. Bu konudaki âyetlerden ana-babaya iyilik ve ihsanda bulunmanın farz olduğu anlaşılmaktadır. En’am 151 ayette ise Allah, ana-babaya ihsanı/iyiliği ve itaati terk etmenin kötülüğünü beyan için bunu haram kılınanlar arasında zikretti. O halde ana-babaya ihsan/iyilik farz; terki haramdır.
İsra Suresi 22-23. ayetler bağlamında konuya bakıldığında da, yine önce 22. ayette şirk yasaklanıyor: “Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun.”Bu ilkesel hükmün ardından da 23. ayette “kulluk ve ibadetin sadece Allah’a yapılması ve ana-babaya iyi davranılması” emri veriliyor. Önce ilke belirlendikten ve temel atıldıktan sonra bireysel ve toplumsal yükümlülükler gündeme getiriliyor. İnanç bağından sonra gelen ilk bağ aile bağıdır. İşte bu nedenle surenin akışı içinde ana-babaya iyilik, Allah’a kulluğa bağlanmaktadır. Bu da söz konusu iyiliğin Allah katındaki değerini ortaya koymaktadır.[3]
Kur’an bütünlüğünden çıkan sonuç şudur; Allah’ın emri gereği ana-babaya iyi davranmak, onları üzmemek, onları azarlamamak, onlara saygılı olmak, onlarla iyi geçinmek, Allah’tan başka ilah tanımayıp sadece O’nun emirlerine itaat etmenin, kulluğu/ibadeti sadece O’na yapmanın doğal bir sonucudur. Aksi halde, yani isyan ve kötü davranma söz konusu olduğunda ise, bu kötü davranışı sağlayan nefsî arzuların/hevanın ilahlaştırılması ve böylece Allah’tan başkasına da kulluk/ibadet ve itaat edilmesi durumu ortaya çıkar ve ahirette hüsranla karşılaşmak kaçınılmaz hâle gelir.
2-Allah’a ŞükretmeninYanında Ana-Babaya da Şükredilmesi Emrediliyor
Yukarıdaki ayetlerdeki uyarılara ve aynı ayetlerde zikredilen fedakârlığına, hatta ilerlemiş yaşlarında bile evlâtlarına hizmet etmeyi hâlâ cefakârca sürdürmesine rağmen evlâtlar kolaylıkla analarına saygısızlık, azarlama ve itaatsizlik yapabilmektedirler. Çünkü adeta ananın bu büyük fedakârlıklarını, babanın da kimseye muhtaç olmadan iaşe-ibatelerini temin ve eğitimleri için yaptığı fedakârlıklarını, iyi bir insan ve iyi bir Müslüman olarak yetişmeleri için çırpınışını; onların zaten yapmaya mecbur oldukları bir görevleri, kendilerinin de doğal hakları olarak gören sapkın bir bakış açısıyla değerlendirmektedirler.Bu sebeple, ana-babaya yaptıkları saygısızlık, isyan ve itaatsizlikler sebebiyle asla bir kez olsun özür dileme, helallik isteme, onlara bunca hizmetleri, fedakârlıkları sebebiyle teşekkür edip “Allah razı olsun anacağım, babacığım” deme ihtiyacı bile duymayan kadirbilmez ve vefasız bir konuma sürüklenmektedirler. Hâlbuki Allah Kur’an’da yer alan pek çok ayette evladın ana-babaya karşı büyük sorumluluklarının altını ısrarla çizmekte, evladın Allah’tan sonra ana-babaya da şükretmek mecburiyetinde olduğunu beyan etmekte ve ana-babaya kötü davranıp isyan eden evladın Allah’a isyan etmiş sayılacağını bildirmektedir.
Lukman Suresi 31/14:“İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik.… insana şöyle emrettik:“Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”
Rabbimiz, Lukman 14. ayette de ana-babaya iyi/ihsanla davranma emrini tekrarlarken, aynı zamanda kendisine şükredilmesini emretmesinin hemen ardından aynı zamanda ana-babaya da şükredilmesini emretmiştir. (Arapça’da “şükür” kelimesi, “teşekkür” anlamında da kullanılır.) Ana-babanın evlât zaviyesinden yeri, konumu ve önemi bu kadar ileri bir seviyede olmak durumundadır. Ayet “Dönüş banadır” uyarısıyla sona eriyor. Bununla dünyada Allah’a ve ebeveynine karşı yanlış davrananların, Allah huzurunda hesaba çekilecekleri hatırlatılıyor. Aynı şekilde 15. âyetin sonunda da benzer ifade tekrar ediliyor ve dünyada yapılan her şeyin kendilerine âhirette haber verileceği belirtiliyor. Böylece insan, âhiret hesap ve sorumluluğunu düşünerek Allah’a ve ana-babasına karşı davranışlarına dikkat etmesi için uyarılıyor.
3-Ana-Babanın Şirk ve Günaha Çağırmaları Dışındaki Meşru İstek ve Tavsiyelerine İtaat Sorumluluğu
Lukman Suresi 31/15:“Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin (onlara iyi ve nazik davran). Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm”.
Bu ayette ana-babanın evlâtlarını şirk koşmaya zorlamaları halinde onlara itaat edilmemesi emredilirken, bu halde olan ana-babayla bile “dünyada iyi geçinmek” emredilmektedir. Yani inançta ters düşme hâlinde ve ana-babanın isteği, evladın inancıyla çeliştiği durumda bu isteğe uymama emri; ana-babanın, evladın onlara iyi muamelede bulunması ve güzel birliktelik içinde olması konusundaki haklarını düşürmemektedir: “Dünya işlerinde onlarla iyi geçin.”Ancak hemen ardından onların şirke çağıran yoluna değil de, Allah’a yönelenlerin yoluna uyma talimatı verilmektedir. Ve sonuçta dönüşün Allah’a olacağı ve yapılanların hesabının sorulacağı hatırlatılmaktadır.
Ankebut Suresi 29/8:“Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme.Dönüşünüzancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.”
Yukarıdaki ayetin birinci cümlesinde ana-babaya iyi davranma emredilip sonraki cümlede ise ancak “seni şirk koşmaya zorlarlarsa bu takdirde onlara itaat etme” emri verilmiştir. Buradan kalkarak birinci cümledeki “İyi davranma”‘nın içinde zımnen “maruf ve meşru olan konularda itaat et” emrinin varlığı kabul edilmektedir. Zaten şer’i olan maruf ve meşru konularda Allah’a itaate çağıran ana-babaya uyum sağlanıp itaat edilmezse, onlara “iyidavranılmış” olabilir mi?
Yukarıdaki Lukman 15. Ayette dikkat çeken nokta:
Mü’min bir evlât, sadece kendilerinin müşrik olmalarından bile daha ileri bir zalim konumda olup evladını da şirk koşmaya zorlayan bir ana-babayla dahi iyi geçinmekle mükellef kılınıyor. Bu evlât, kendisini de zorladıkları onların şirk yolundan gitmekten sakındırılmakla beraber, evladı şirke zorlayan bu zorbalıklarına rağmen yine de onlarla iyi geçinmesi emrediliyor.
Bu durum karşısında bir de şu evlâtların durumunu düşünün:
Mümin ana-babalar evlâtlarını aşağıdaki hususlara çağırdığında birçok evlât rahatsız olmakta, ağır tepkiler verip ana-babaya “iyi davranın”/“ihsanla davranın, güzellik sergileyin”emrine rağmen azarlama ve saygısız davranışlar sergileyebilmektedir. “Bize karışmayın bu yaşa gelmişiz biz ne yapacağımızı biliriz.” nevinden saygısız tepkiler verip bu tür meşru tavsiyelere kulaklarını tıkamakta, Allah’ın ayetlerinden yüz çevirmektedirler. Mesela şu tavsiyeler; “-Kur’an’ı hakkıyla okuyun, Kur’an ahlakını ve takvayı hakkıyla kuşanın, -ana-babanıza saygılı olun, -sigara haramını içmeyin, -israf haramını işlemeyin, -namazınızı ciddiye alın, zamanında ikame edin, -yalan söylemeyin, -kendi evlâtlarınızı serseriliğe, başıbozukluğa, İslam dışılığa ve ateşe itmeyin, -zamanınızı ve ömrünüzü boş işlerle israf etmeyin, gece yarılarına kadar uykusuz kalıp nargile kafelerde ve internette vakit öldürmeyin, internet oyunlarında ilkesizce kaybolmayın, bilgisayar, cep telefonu ve TV şeytan üçgeninde boğulmayın, dalanlarla birlikte dalmayın, -tesettüre uyun, takva elbisesini kuşanın, makyaj yapıp koku sürünüp ziynet aksesuarları takınıp yabancı erkeklerin olduğu ortamlara çıkmayın, -yaratılış gayenizi, ahireti ve hesabı unutmayın, -kendinizi sekülerleşmeye, dünyevileşmeye, tüketim kültürü içinde yozlaşmaya kaptırmayın”.
İşte ana-babalar, bunlara benzer konularda Allah’ın ayetlerini hatırlatıp onlara uymaya çağırdıkları için, yani “emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” görevlerini yaptıkları için evlâtları tarafından azarlanıyor, şer’i hükümlere uygun tavsiye ve nasihatlerine karşı bağırıp hakaret edilerek itaatsizlik yapılıyorsa bu evlâtların yaptıkları doğrudan Allah’a isyan ve sonu iki cihanda da hüsran değil midir?
Şunu büyük hassasiyetle düşünmeliyiz; kendisini şirke zorlayan, yani zalim olan anne babasına bile iyi davranmak ve onlarla iyi geçinmekle emrolunan bir evlâdın, kendisini Allah’a itaate çağıran, iyi bir insan ve iyi bir Müslüman olması için çırpınan, bunun için marufu emreden münkerden sakındırmaya çalışan mü’min ana-babaya karşı saygısız, azarlayıcı bir tutum sergilemesi ve hatırlatılan şer’i emirlere itaatsizliği dünya ve ahiretini mahvetmekten başka bir sonuç verir mi?
Evlâtların bunca zulmüne, saygısızlığına, hor görme, azarlama ve itaatsizliğine rağmen, bunlara muhatap olan ana-babalar, bunları yapan evlâtlarının dünyalarının zelil olacağının, ahiretlerinin ise hüsran ve azapla sonlanacağının bilincinde oldukları için, bir de bu sebeple üzülmektedirler. Bu sebeple onlara sürekli ıslah ve hidayet duası yapmaktadırlar. Allah’ın onları affetmesi ve istikamet üzere yönlendirip İslam’ın ahlakıyla şereflendirmesi için dua etmektedirler. Ancak, ana-baba yüreği bütün bu saygısızlıklarına rağmen dayanamayıp evlâtları için dua etseler de, evlâtların yaptığı bunca haksızlığı ve zulmü gören, bilen Allah’ın onları affetmesi, bu evlâtların yaptıkları zulüm, saygısızlık ve itaatsizliklerden tevbe edip bir daha yapmamaları ve ana-babalarının gönlünü almaları gerçekleşmeden bu dualar kabul olmaz. Yani evlâtlar ana-babanın duasına fiilen müstahak hâle gelmeden, ana-baba duygusallığıyla yapılan bu duaları Allah’ın kabul etmesi mümkün olmaz. Çünkü Allah ana-babaya yapılan ve üstelik tevbe etmeden ısrarla sürdürülen saygısızlıklardan, azarlamalardan ve itaatsizlikten asla razı olmaz.
Rabbimiz ana-babaya iyi davranmayan evladı isyankâr ve zorba olarak nitelendirmektedir. Meryem Suresi 19/14: “Ana-babasına çok iyi davranırdı; o, isyankâr bir zorba değildi.”
İşte Allah’ın (c) birçok defa tekrarladığı emrine rağmen “ana-babaya iyi davranma” emrine itaat etmeyerek onlara iyi davranmayanlar, onların meşru, şer’i tavsiyelerine ve marufu emredip münkeri nehyeden nasihatlerine itaat etmeyenler, bu ayetlerin hükmünden yapılacak çıkarımla isyankâr ve zorba olarak nitelendirilmiş olmaktadırlar.
4-Evladın Yanına Sığınmış Yaşlı Ana-Babaya “Öf Bile Dememe” Sorumluluğu
İsrâ Suresi 17/23: “Rabbin, sadece kendisine kulluk/ibadet etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa,kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.”
İsrâ sûresinin 23-24. âyetlerinde de Allah’a ibâdetle yan yana emredilen ana-babaya ihsanın/iyiliğin, yukarıda zikredilen diğer ayetlerde de olduğu gibi hiçbir şarta bağlanmadığı dikkat çekmektedir. Bundan da, ana-babanın Müslüman veya gayr-i müslim, faziletli veya fâsık/günahkâr olup olmadığına bakılmaksızın onlara iyi davranma ve haram olmayan hususlarda itaat etmenin gerekli olduğu sonucuna varılır.
Bu ayette dikkat edilmesi gereken nokta şudur:
Ana-babanın evlâdın yanına sığınıp onların bakımına muhtaç oldukları yaşlılık döneminde huysuz ihtiyarlık sebebiyle evlâtların her şeyine müdahale etmesi halinde bile “öf bile denmemesi” emrediliyor. Bugün yaygın olan sapma ise, evlâtlar henüz ana-babaya muhtaç oldukları ve geçimleri baba tarafından sağlandığı dönemde bile ana-babalarına bırakın “öf bile dememeyi”, en büyük saygısızlığı, hakareti, azarlamayı ve isyanı kolayca yapıyor olmalarıdır.
Şüphesiz her Müslümanın tek hedefi, Allah’ın (c) rızasını kazanmaktır. Bu hedefe ulaşılması için takip edilecek yolda, imandan sonra en önemli husus, sâlih amellerle hayatın ibadet kılınmasıdır. Ana-babaya karşı yumuşak davranıp, onların hayır ve duasını almak bu hedefe ulaşmada, Müslümana yardımcı olacak en büyük etkenlerden birisidir. Rasûlullah (s) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve ana-babanın evladına duası.” Böyle olduğu halde, ana-babasının duasını almak ve rızasını kazanmak duyarlılığını kaybetmiş evlâtların, yaptıkları saygısızlıklar, hakaretler, zulümler sebebiyle ana-baba darlanıp da onları Allah’a şikayet edecek bir noktaya getirilmişlerse, işte o zaman da vay o evladın haline.
-Evlâtların ana-babaya karşı sorumluluklarını hatırlatan ayetlerden çıkan bir özet verecek olursak: 1-Kur’an’da Allah’a şirk koşmama emrini müteakiben emredilen en büyük sorumluluk ana-babaya iyi davranmak, saygılı ve itaatkâr olmaktır.
2- Sadece Allah’a kulluk/ibadet yapma çağrısını müteakip emredilen ilk yükümlülük de ana-babaya iyi davranmaktır. Rabbimiz, ana-babaya iyi davranmayan kişiyi “isyankâr ve zorba” olarak nitelendirmiştir.
3-Yaşlılığında evladına sığınıp onun bakımına muhtaç olduğunda ana-babaya “Öf bile dememek, azarlamamak, güzel söz söylemek” emredilmiştir.
4- Allah’a şükürden sonra ana-babaya da şükretmek (teşekkür etmek) de emredilmiştir.
5- Ana-baba Allah’a şirk koşmaya çağırıp zorladıklarında onlara itaat etmemek, ama istekleri, nasihatleri, tavsiyeleri meşru, şer’i alanda ise itaat etmek gerekir. Her durumda güzellik sergilemek gerekir.
– Yukarıda Zikredilen Ana-Babaya Karşı Sorumlulukları Yerine Getirmek Farzdır, Aksi Davranış Haramdır
Anan-babaya karşı sorumluluklarla ilgili emirleri yerine getirmek her evlât için farzdır, aksine davranış ise haramdır. Yukarıda zikredilen ayetler ve hadisler muvacehesinde bir mü’min ana-babasına asla herhangi bir kötülük ve eziyet yapmamalıdır. Devamlı onlarla güzel bir üslup ve dil ile sesini yükseltmeden, bağırıp azarlamadan konuşmalıdır. Onlara iyi davranmalı, saygılı olmalı ve şartlar ne olursa olsun onları üzmemeye çalışmalıdır. Böylece onların dualarını almaya ve rızalarını kazanmaya çalışmalıdır. İşte bu tutum o evlât için, sadece Allah’a kul olmanın gereği olup ahirette yüzünü güldürecek sâlih bir amel ve ibadet olacaktır.
Ana-baba çocuklarına yeteri kadar iyilik yapmamış olsalar, hatta bazı zararları dokunmuş olsa da, çocuklar, onlara yine de iyi davranmak zorundadır.Çünkü insanlar yaşlandıkça çocuklaşır. Çocuklarının yanlış ve zararlı davranışlarını güler yüzle karşılayanlar yaşlanıp evlâtlara muhtaç duruma gelince onlara, evlâtlarına yaptıkları gibi iyi davranmak, aynı zamanda bir şükran borcudur.
Allah’tan sonra insanın üzerinde en çok hakkı olanlar, ana-babasıdır. Allah’ı bir bilip sadece O’na ibâdet ve kulluk nasıl önemliyse, ana-babaya ihsanla muâmele etmek de öyle önemlidir.
Ancak bugün yaklaşık 40 yaşın altındaki evlâtların, bize ulaşan bilgileri esas aldığımızda önemli bir kısmının, (Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen) ana-babalarına gösterdikleri saygısızlığı, kötü muameleyi ve itaatsizliği, inanınız bizler cahiliye dönemimizde bile yapmıyorduk. Böylece, bizim cahiliye dönemimizin bile gerisinde kalmış ahlaklarını vahiyle ıslah etmelerini ve önce Allah’ın sonra da ana-babalarının rızasını kazandıracak biçimde Kur’an ahlakını ve takvayı kuşanmalarını nasip eylesin inşaAllah.”
Bu konuşmayı müteakiben Osman Yıldız konuyu Hadisler ışığında ele almak üzere ikinci konuşmacı Ahmed kalkan’a söz verdi.
Ahmed Kalkan da, evladın ana-babaya karşı sorumlulukları konusunu Rasûlullah’ın (s) hadisleri ışığında ele aldı ve özetle aşağıdaki hususları ifade etti:
Hadis-i Şeriflerde Evlâtların Ana-Babalarına Karşı Görevleri
Hadislerden yola çıkarak çocukların ana babalarına karşı yerine getirmeleri gereken görevleri olarak şunlar sayılabilir: Her şeyden öncelikli olarak onlara güzel, saygılı davranmak, onları üzecek kabalıklardan ve kötü sözlerden sakınmak, ebeveynin maddî ve mânevî ihtiyaçlarını karşılamaya, huzurlu bir hayat yaşamalarını sağlamaya çalışmak, istemeden vermek, kendilerinden aşırı fedâkârlıklar beklememek, haklarında şikâyetçi olmamak, kusurlarını saklamak ve iyiliklerinden söz ederek itibarlarını korumak, dinî bakımdan ciddî olmayan kusurlarını görmezlikten gelmek, uyarılmaları dinî bir zarûret olan konularda bile ikazları incitmeden yapmak, hayatta iken ve öldükten sonra haklarında duâcı olmak, haram olmayan konularda isteklerini yerine getirmek, hayır ve ibâdetlerine yardımcı olmak gibi ahlâk kurallarıdır. Bu konuda hadislerde yer alan bir önemli husus da ebeveynin ölümlerinden sonra hâtıralarını yaşatmak üzere onların dostlarıyla ilişkiyi devam ettirme gereğidir ki, bu da evlâda düşen bir vefâ ve kadir bilirlik borcudur.
Hadislerde Evlatların Görevleri Olarak şunlar öne çıkar:
İtaat: Evlâtların ana babalarına karşı en önemli görevleri onlara itaat etmek, yapılması haram olmayan isteklerini yerine getirmektir. Kur’an, ana babaya ihsan/iyilik yapmayı emreder ve şirki emrettiklerinde onlara itaat edilmemesi gerektiğini belirterek (29/Ankebût, 8) şirkin ve Allah’a isyanın dışındaki hususlarda onlara itaat edilmesi gerektiğini dolaylı yoldan Kur’an emretmiş olur. Hadis-i şeriflerde bu konu, daha belirgindir. “Allah size annelerinize itaatsizliği… haram kıldı.”[4]Âyet ve hadislerden anlaşılacağı gibi, ana babaların meşrû istek ve arzularını yerine getirmek, onlara karşı çıkmamak dinin önemli emirlerindendir.
Tabii ki, Allah’ın hakkı her hakkın üzerindedir. Ana babaya itaat, Allah’a rağmen değildir; İtaat konusunda herhangi bir kimse Allah’a tercih edilirse, kişi şirk bataklığına dalmış olur. Ya Allah’a ya başkasına itaat etme seçeneklerinden biri karşısında tercih, imanla küfür arasında bir tercihtir. Kur’an’da şirk koşma, İslâm’dan uzaklaşma gibi Allah’a açık isyan konusunda ana-babaya itaat edilmemesi istenir. Ama putperest ve müşrik ana babayla, dünyevî ilişkiler konusunda yine iyi geçinilmesi emredilir.
Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Ana ve babadan her ikisinin hakkını gözetmek mümkün olmazsa, yani birini gözetirken diğeri bundan rahatsız olursa, ne yapmak gerekir? Buna şöyle cevap verilir: Hürmet ve tâzimicab eden işte babanın hakkı tercih edilir. Hizmet ve nafakaya dair işlerde ise anne tercih edilir. Meselâ, anne ve baba ikisi beraberce çocuklarının yanına gelseler, çocuk baba için ayağa kalkar. Evlâdından bir şey istediklerinde önce annesine verir. Evlatta, ana babadan yalnız birine yetecek kadar bir nafaka bulunmuş olsa; anne, babaya tercih edilir. Çünkü anne, çocuk için daha çok zahmet çekmiştir, ona karşı şefkati daha fazladır, onu karnında taşımış ve emzirmiştir, fedâkârlığı daha fazladır. Hadis-i şeriflerden rahatlıkla anlaşılacağı gibi annenin hakkı üç, babanın hakkı bir’dir.
Ana Babaya İyi Davranmak: Allah Kur’an’da ana babaya iyilik yapmayı defaatle emretmiş, kaba ve saygısızca davranışı yasaklamıştır. Ana baba çocuklarına yeteri kadar iyilik yapmamış olsalar, hatta bazı zararları dokunmuş olsa da, çocuklar, onlara yine de iyi davranmak zorundadır. Çünkü insanlar yaşlandıkça çocuklaşır. Çocukluğumuzdaki yanlış ve zararlı davranışlarımızı güler yüzle karşılayanlar bize muhtaç duruma gelince onlara, bize yaptıkları gibi iyi davranmamız, aynı zamanda bir şükran borcudur.
“Ben, size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi? Aziz ve Yüce olan Allah’a ortak koşmak (müşrik olmak), ana babaya âsi olmak ve yalan söylemek.” [5]
“…Anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün…” [6]
Ashabdan biri: ‘Ya Rasûlallah, kime iyilik edeyim diye sorduğunda, Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Annene, sonra annene, sonra annene; sonra babana, sonra derece derece yakın olanlara.”[7]
“Cennet annelerin ayakları altındadır.” [8]
Abdullah bin Amr (r.a.) anlatıyor: ‘Bir adam, cihada iştirak etmek için Hz. Peygamber (s.a.s.)’den izin istedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Annen baban sağ mı?” diye sordu. Adam: ‘Evet’ deyince: “Onlara (hizmet de cihad sayılır), sen onlara hizmet ederek cihad yap.” buyurdu.[9]
Maddî İhtiyaçlarını Gidermek:Yaşlanıp kendi ihtiyaçlarını temin edemez hale gelince, ana ve babaların bütün ihtiyaçlarını temin etmek çocukların görevidir. Bu vazife, sadece ahlâkî değil; aynı zamanda hukuken de yükümlülüktür. Bu görevini yerine getirmeyen kimse, İslâmî yönetim tarafından buna zorlanır. Allah bu görevi evlâtlara yüklemektedir (2/Bakara, 215).Ashâb-ı Kiram’danEbû’d-Derdâ, Hz. Peygamber’in kendisine dokuz önemli şey tavsiye ettiğini, bunlardan birinin de; ana-baba başta olmak üzere aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu belirtir.[10] Yine, Peygamberimiz (s.a.s.) cihada katılmak isteyen bazı sahâbeyi, ihtiyaçlarından dolayı, ana babasının yanına göndermiştir.
Saygısızlık Etmemek:İslâm ümmetinin prensibi, büyüklere saygı, küçüklere sevgidir. Saygıya en lâyık olanlar, saygıda kusur etmeyi aklımızdan geçirmememiz gerekenler de ana ve babalarımızdır. Peygamberimiz, ashâbına büyük günahları sırasıyla şöyle sayıyordu: “Allah’a ortak koşmak, ana babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek.” [11]
Rızâlarını Almak:İnsanın dünyadaki en büyük görevi, şüphesiz ki Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Bundan hemen sonra, rızâsını almamız gerekenler ise, ana babalarımızdır. Çünkü Kur’an’da Allah, kendisine ibâdetten hemen sonra ebeveyne iyiliği emretmiştir.[12] Peygamberimiz (s.a.s.) de: “Allah’ın rızâsı, babanın rızâsında, gadabı da babanın gadabındadır.”[13]buyurmuştur. İyilik yapılmada hakkı babadan önce gelen annenin durumu da, tabii ki böyledir. O yüzden Peygamberimiz, çok öfkeli bir şekilde ve üç defa tekrar ederek “Burnu sürtülsün o kimsenin. Yazıklar olsun o kimseye!” dediğinde, ashâb-ı kirâm; ‘kimdir o ey Allah’ın rasûlü?’ diye sorunca; “Ana babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı halde, cennete giremeyip cehennemi boylayan kimse.” der. [14]
Kötü Söz Söylememek:Onları incitecek her tür kötü söz ve davranıştan kaçınmak gerekir. Bu kötü davranışların ebeveyne doğrudan yapılması haram olduğu gibi, onlara kötü söz söylenmesine sebep olmak da haramdır. Kur’an’ın “onlara öf bile demeyin”[15] diye her çeşit kaba ve kötü sözün sembolü olarak bunu yasaklaması yanında, peygamberimizin şu hadis-i şerifi de çok dikkat çekicidir: “Bir kimsenin ana babasına sövmesi büyük günahlardandır.” Ashâb-ı kirâm: ‘Bir kimse ebeveynine nasıl sövebilir?’ diye hayretle sorunca, Efendimiz (s.a.s.): “Biri başkasına kötü söz söyler, o da tutar bunun ebeveynine söver” diye cevapladı. [16]
Öldüklerinde Hayırla Anmak, Duâ Etmek:Ana babanın ölmesiyle evlâdın onlara karşı sorumlulukları bitmez. Onların temiz hâtıralarını devam ettirmek, hayırlı evlât olarak onların öldükten sonra da amel defterlerine sevaplar yazdırmak gerekir. İnsanları insan yapan, bir bakıma, nesilden nesile miras olarak ulaşan bu güzel duygular ve hâtıralardır. Peygamberimiz şöyle buyurur: “Sevgi, verâset yoluyla kazanılır.”[17]Mü’min ana babayı hayırla anmak, bağışlanmaları için duâ etmek, Allah’ın Kur’an’da bize öğrettiği duâlardandır: “Ey Rabbimiz! İnsanların hesaba çekileceği kıyâmet gününde beni, annemi, babamı ve bütün mü’minleri bağışla.”[18]
Ashabdan biri, ‘Ölümlerinden sonra da ebeveynim için yapmam gereken bir iyilik var mı?’ diye Rasûlullah’tan sorunca, Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Evet, dört haslet vardır: Onlara hayır duâda bulunmak; Allah’tan bağışlanmalarını dilemek; Varsa vasiyetlerini yerine getirmek; Dostlarıyla ilişkiyi devam ettirip ikramda bulunmak; Akrabalarıyla ilişkiyi devam ettirmek ki, senin bütün akrabaların ancak onlar vasıtasıyla var olmuştur.”[19] Ölümlerinden sonra yapılacak duânın ebeveyne faydasını Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle dile getirir: “İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak, şu üç şeyle sevabı devam eder: Sadaka-i câriye, insanların faydalanacağı bir ilim ve arkasından hayır duâ eden bir evlât.”[20]
Anne babaya karşı iyi, güzel olan her davranışı yapmaya gayret etmek; kötü, çirkin her hareket ve sözden sakınmak onlara karşı evlâdın görevlerindendir. Hayatta ve öldükten sonra ebeveynlerine karşı görevlerini yerine getiren, onları memnun edip hayır duâlarını alan kimse, dünya ve âhiretin en büyük mutluluklarından birini kazanmış olur. Çünkü Peygamberimiz, bu kimselerin bereketli ve uzun bir ömre sahip olacaklarını, ebeveynin kendileri için yapacakları duâların Allah tarafından mutlaka kabul edileceğini ve cenneti kazanacaklarını müjdelemektedir.
“Evlât, hiçbir iyilikle babanın hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olmuş bir vaziyette bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa hakkını ödeyebilir.”[21]Üzerimizde bu kadar çok emek ve hakları olan anne ve babalarımızı sevmek ve onların sevgisini ve duâsını kazanmak en önemli ahlâkî görevlerimizdendir. Bu vazife, hayatta iken onlara karşı hürmet, şefkat ve merhamet göstermekle kendilerini hoşnut etmeye çalışmakla yerine getirilir. Anne babayı gerçekten sevmenin, “onları seviyorum” demekten ibaret olmadığını, sevginin bir bedeli olduğunu, onlara karşı maddî-mânevî her türlü görevin yerine getirilerek bu sevginin ispat edileceğini unutmamamız gerekir. Anne ve babaya her türlü ikram ve ihsanda bulunmak, onların ihtiyacı olduğu takdirde ihtiyaçlarını gidermek, onlara kırıcı sözler söylemeyip daima tatlı dilli olmak, en güzel tavır ve davranışlarla karşılık verip onları üzmemek dinimizin tavsiyelerindendir. Yaşlandıklarında her türlü hizmetlerine koşmak, ihtiyaçları varsa onları yedirip giydirmek, hastalık anlarında tedavi ve bakımlarını yaptırmak, her müslüman evlâdın görevidir. [22] Ana babaya ihsan, dünyada huzur ve güzelliklerin kaynağı, âhirette cennetin sebebi olacaktır. Aksi ise, huzursuzluk ve azab…”
Kalkan’ın konuşmasından sonra Yıldız, aynı konuyu sahabe hayatından örneklerle açıklamak üzere son sözü Emrullah Ayan’a verdi.
Emrullah Ayan da konuşmasında özetle şunları ifade etti:
Sahabe Hayatında Ana-Babaya Karşı Evlatların Sorumlulukları
Giriş:
Sahabe, vahyin inişine şahid olmuş, vahiyle kendini ve hayatını şekillendirmiş, Rasul’ü kendine model almış, onun terbiyesinden geçmiş müstesnâ bir nesildir.
İslâm’ın en güzel ve doğru bir şekilde öğrenilebilmesi için Rasulullah (S), dolayısıyla Ashab-ı Kirâm’ın hayatını iyi bilmek gerekir. Çünkü Rasulullah (S) ve onunla iç içe yaşamış olan Ashâb-ı Kirâm’ın hayatında Müslümanlar için çok güzel örnekler vardır.
İslam dininin sağlam bir şekilde Arap yarımadası dışına yayılması da Ashab’ın yaptığı hayırlı hizmetlerdendir. Ancak Ashab’ın islam’a girişleri ve hizmetleri, İslam uğruna çektikleri çileler ve gösterdikleri çabalar, hicretler ve gazvelerdeki durumlarının üstünlüğü yanı sıra; her şeye rağmen birer insan oldukları da göz önünde bulundurulduğunda, Ashab’ın hepsinin birbiri ile aynı değerde olmayacağı âşikârdır.
Ana-Babaya Karşı Çocukların sorumlulukları:
Toplum yapısının temeli olan ailenin kurucuları ve en önemli iki unsuru ana ve babadır. Allah’ın insanlardan korunmasını istediği beş önemli unsurdan biri de neslin devamıdır. Neslin devam edebilmesi için bütün bu zorlukları çeken ana-babalardır. Anne, yavrusunu dokuz ay karnında pek çok zahmete katlanarak taşır. Hayatî tehlikeleri de göze alarak çocuğunu doğurur. Hiçbir şeye gücü yetmeyen bebeğini büyütmek için uykusundan, istirahatından, sıhhatinden feragat eder. Konuya dair Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Biz, insana, ana-babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik. Özellikle de anasını tavsiye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış, emzirmesi de tam iki sene sürmüştür. Binaenaleyh; Bana ve ana-babana şükret.” (Lokman: 14) Çocukların ana-babalarına karşı sorumlulukları ve sahabenin konuya dair örnekliğini maddeler halinde değerlendirelim.
1- Ana-babaya İtaat ve Saygı
Çocukların ana-babalarına karşı en önemli görevleri onlara itaat etmek ve saygı göstermektir.
Ebû Ğassân ed-Dabbî anlatıyor: “Sıcağın alabildiğine yüksek olduğu bir gün babamla beraber yürürken Ebû Hüreyre’ye rastladık. Bana: -Yanındaki kim? diye sordu. -Babam diye cevap verdim. “-Babanın önünde yürüme, ya arkasında ya da yanında yürü. Babanla kendi arana kimseyi sokma, babanı uçurumun kenarında yürütüp de korkutma” dedi.
Konuyla alâkalı olarak Mus’ab b. Umeyr ve Hâlid b. Saîd diğer örnekler…
2- Ana-babaya iyi davranmak
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de, insanın kimlere karşı görevleri olduğunu sıralarken şöyle buyurur: “Yüce Rabb’ın şöyle emretti; Yalnız Allah’a ibadet edeceksiniz, ana-babalarınıza iyilik yapacaksınız. Şayet bunlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara ‘öf’ dahi deme, yüzlerine bağırma, onlara tatlı söz söyle. Onlara, merhamet belirtisi olarak tevâzû kanadını aç da, ‘Rabbim, küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi, sen de onlara merhamet et’ de!” (İsrâ: 23, 24)
Ana-babaya iyilikle muamele etmekle alâkalı olarak da Hz. Usâme b. Zeyd’in annesinin isteğini yerine getirmedeki hassasiyeti bu başlıkla ilgili olarak güzel bir örnektir:
Hz. Osman döneminde bir hurma ağacının fiyatı bin dirheme kadar yükselmişti. Buna rağmen Usâme, hurma ağaçlarından birisinin özünü çıkararak annesine yedirdi. Ona: “Bunu ne için yaptığını anlayamadık. Bir hurma ağacının bin dirheme çıktığı bir zamanda bunu nasıl yapabildin?” dediler. O da: “Annem hurma ağacı özü istemişti. Gücüm yettiği sürece onun istekleri benim boynumun borcudur” diye cevap verdi.
3- Maddî ihtiyaçlarını gidermek
Anne baba yaşlanarak kendi ihtiyaçlarını karşılayamadıklarında onların ihtiyaçlarını sağlamak çocuklarının görevlerindendir. “De ki, sarfedeceğiniz mal ana-baba, akrabalar, yetimler, düşkünler ve yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği Allah bilir.” (Bakara: 215)
Usâme b. Zeyd’in annesinin isteğini yerine getirmesine dair örneğimiz burada da söz konusudur.
4- Saygısızlık etmemek
Bir gün Rasulullah (S) ashabına; “Size, büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?” diye üç defa sordu. Üç defasında da “evet bildir, Ey Allah’ın Rasulü” diyen sahabeye bunların sırasıyla; “Allah’a ortak koşmak, ana-babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek” olduğunu belirtir. (Buhârî, Edeb,
5- Rızalarını almak
Abdullah b. Amr b. el-As’ın anlattığına göre, bir adam Rasulullah’a (S) gelerek cihada gitmek için izin istedi. Rasulullah da ona; “Annen-baban sağ mıdır?” diye sordu. Adam: “Evet”, deyince Rasulullah (S): “O halde sen önce onların rızasını almaya çalış” buyurarak ona bu görevini hatırlattı. (Tecrid-i Sarih Terc. VIII, 377)
6- Kötü söz söylememek
Ana babayı incitecek her tür çirkin söz ve davranıştan kaçınmak gerekir. Kötü söz ve davranışların ebeveyne doğrudan yapılması haram olduğu gibi, onlara dolaylı olarak kötü söz söylenmesine sebep olmak da haramdır.
7- Öldüklerinde hayırla anmak, dua etmek
Ana ve babaları hayırla anmak, bağışlanmaları için dua etmek, Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de bize öğrettiği dualardandır:
“Rabbimiz! İnsanların hesaba çekileceği kıyamet gününde beni, annemi, babamı ve bütün mü’minleri bağışla.” (İbrahim: 41)
8- Ölümlerinden sonra vasiyetlerini yerine getirmek
Sahabenin vasiyetlere gereken önemi verdiğine dair bir diğer örnek de Peygamberimizin kızı Zeynep’ten torunu olan Umâme binti Ebu’l-Âs’tır. O’nun çileli bir hayat hikayesi var. Önce annesi Hz. Zeyneb’i ardından da babasını kaybetti. Babası Ebû’l-Âs vefatından önce kızını yakın akrabası ve dostu olan Zübeyr b. Avvâm’a emanet ederek ona, kızı ile ilgilenmesini ve onu uygun bir zamanda Hz. Ali ile evlendirmesini vasiyet etti. Umâme de babasının bu vasiyetini yerine getirdi ve Hz. Ali ile evlendi.
Konuşmacılar ikinci tur konuşmalarında dinleyicilerden gelen soruları da cevaplandırdılar. Böylece tamamlanan panelden sonra ikame edilen ikindi namazını müteakiben İLKAV’ın geleneksel çay ve simit ikramıyla etkinliğimiz sona erdi.
Panelimizin videosunu aşağıda ilginize sunuyoruz. Kur’an, Hadis ve sahabe hayatı çerçevesinde gündeminize taşımaya çalıştığımız bu önemli konudaki çabamızı, Rabbimiz; rızasını kazanacağımız bir sâlih amel olarak kabul buyursun ve bu mesajın hepimizin hayatında tesirli olmasını nasip etsin inşaAllah.
İLKAV
[1] Seyyid Kutub, Fî Zilâl-il Kur’an, Lukman 14. ayetin tefsiri.
[2] Mevdudî, Tefimul Kur’an, En’am 151 ayetin tefsiri.
[3] Seyyid Kutub, Fî Zilâl-il Kur’an, İsra 23. ayet tefsiri.
[4]Buhârî, Edeb 4
[5]Buhârî, Edebu’lMüfredTerc. 1/40; Taberî; Beyhakî
[6]Tirmizî, Deavât, 110; K. Sitte, 16/339
[7]Tirmizî, Birr 1; Buhârî, Edeb 2; Müslim, Edeb 1, 2; EbûDâvud, Edeb 120; İbn Mâce, Edeb 1
[8]Ahmed bin Hanbel, Nesâî, İbn Mâce
[9]Buhâri, Cihad 138; Edeb 3; Müslim, Birr 5; EbûDâvud, Cihad 33; Nesâî, Cihad 5; Tirmizî, Cihad 2; K. Sitte, 2/485
[10]Bk. Buhâri, Edebu’lMüfredTerc. 1/25-26
[11]Buhârî, Edeb 6
[12]17/İsrâ, 23; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151
[13]Tirmizî, Birr 3; Buhârî, Edebu’lMüfredTerc. 1/4
[14]Müslim, Birr 9
[15]17/İsrâ, 3
[16]Buhârî, Edeb 4
[17]Buhâri, Edebu’lMüfred, 22
[18]14/İbrâhim, 41
[19]Buhârî, Edebu’lMüfred, 19
[20]Buhârî, Edebu’lMüfred, 19
[21]Buhârî, Edebu’lMüfredTerc. 1/14
[22]Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 139 vd.