Makale: Kemalist, Laik, Ulus Devletin Kuruluş Yıldönümü Müslümanlar İçin Ne İfade Ediyor?
Kemalist sistem, önce İslam’ı ve ümmet bilincini dışlayıp birinci öncelikli tehdit ve düşman ilan etmiş, Türk ulusalcılığına dayalı resmi ideolojiyi din olarak kurgulayıp bütün topluma dayatmış ve sürekli İslami kimlik ve değerleri yok etme savaşı vermiştir. Böyle olunca da kaçınılmaz olarak ikinci düşman Kürt kimliği olarak ortaya çıkmıştır. Ondan sonra, sistemin pratiği hep bu iki kimliği yok etme proje ve politikalarını uygulama üzerine oturtulmuştur.
“Cumhuriyet” Olduğu İddia Edilen Kemalist, Laik, Ulus Devletin Kuruluş Yıldönümü Müslümanlar İçin Ne İfade Ediyor?
Bugün yine 29 Ekim, her yıl olduğu gibi resmi bayram olarak kutlanıyor. Neden bayram yapılıyor? Çünkü, cumhura (halkına) dünyanın hiçbir yerinde yaşanmayan zulümleri yaptığı halde adına “Cumhuriyet” denilmiş egemen rejimin 97 yıl önce kurulmasının yıldönümü olduğu için. Halkının çok büyük ekseriyetinin İslamî ve etnik kimliğine, tesettürüne, örfüne, kültürüne ve değerlerine savaş açmış, “kurtuluş savaşı” olduğu iddia edilen ama “kurtarmayan savaş”ta kovulduğu söylenen emperyalist devletlerin seküler sapkın kültürünü, Türk ulusalcısı Kemalizm dini haline dönüştürerek ve şiddet politikalarıyla terör estirerek kendi halkına dayatmış bir “Cumhuriyet”(!)in kuruluşunun 97. yıldönümü.
Halkının, dininden düşüncesine, alfabesinden giyimine, tarihinden kültürüne kadar her şeyini değiştirmeye ve tepeden jakobence belirlemeye kalkan, hayatın bütün alanlarında en ince teferruata kadar neyi yapması neyi yapmaması gerektiği hakkında zorbalıkla tahakküm edip halkına ilahlık taslayan ve cumhuriyet diye yutturulan bir sistemin kuruluş yıl dönümü. Allah’ın şeriatına ve Tevhide düşman olduğu halde “tevhidi tedrisat” yasasıyla tek tipçi seküler materyalist laik eğitimle ve putperest törenlerle çocuk zihinleri işgal eden ve İslam düşmanı resmi ideolojiyi neredeyse hayatın tüm alanlarında bütün halka dayatan bir sistemin kuruluş yıldönümü.
Bu sapkın tercihleri ve dayatmalarıyla, halkının var olan İslami kimlik ve değerlerini, ümmet bilincini ve sonuçta da Kürt kimliğini ve anadilini tehdit ve düşman ilan edip yok etmeye kalkışan, kendisi de “iyi, doğru ve güzel”e dair hiçbir değer üretemeyerek, tüm kurumları, yönetici kadroları ve bürokrasisiyle, oluşturduğu zulüm bataklığında kendisi de çürüyen, toplumunu da çürüten bir sistemin kuruluş yıldönümü. Bunca yaygın ve derin, ideolojik ve ırkçı zulümlere ilaveten, ülkenin kaynaklarını adil dağıtmak için hiçbir duyarlılığı olmayan ve adaletsiz uygulamalarıyla geniş kitleleri sefalete mahkûm ederken, fakir kitlelerin sırtından ve bütün halka ait servet ve imkanlardan, yandaş büyük sermayedarlara sürekli kaynak aktaran sistemin yıldönümü. Ekonomik zulme dayalı düzeniyle, kitleleri asgari ücrete mahkûm ederken, banka, medya sahibi büyük sermayedarları sürekli besleyip semirten, sonuçta darbeci paşalarla birlikte ülkenin sahibi haline getiren sömürücü liberal-kapitalist sistemin kuruluş yıldönümü.
Artık çöktüğü, çürüdüğü, tıkandığı ve bu kadar derin ve yaygın zulüm bataklığı içinde sürdürülemediği için, çökmenin eşiğine gelmiş bu seküler laik ulus devlet rejimini, son 18 yıldır, rejimin zulmünü geriletmeye yönelik sistem içi değişimin öncüsü olan AKP’nin Genel Başkan yardımcısı Ömer Çelik CHP’lilere hitaben şunları söylemektedir; “Benim cumhuriyeti kuranlara saygım var. Onlar cumhuriyeti kurdu ve ayakta tuttular ama Allah korusun AK Parti gelmeseydi onların kurduğu cumhuriyeti siz batırıyordunuz, zor kurtardık”. Habertürk yazarı Serdar Turgut’un tespitiyle bu kurtarmanın açılımı şudur; “Rejimin savunucusu olduklarını sanan bazı Ergenekon zihniyetliler ve CHP bu sistemin artık kendilerini de sürükleyerek çökmekte olduğunu göremiyorlardı. Tehlikenin farkında değildiler. Sistemin kendisini inançlı insanlara acilen açmak ihtiyacı vardı, ama buna rağmen sistem hâlâ daha inançlı insanları düşman olarak görüp başı örtülü kadınlarla mücadele ediyordu. Sistemi koruduğunu sananlar yüzünden sistemin çöküşü hızlanıyordu. Sistem bir anlamda intihar etmekteydi. Eğer AKP iktidara gelmeseydi Türkiye’de büyük bir çöküş yaşanacaktı. … AKP aslında cumhuriyetin tek kurtarıcısıydı. Çünkü AKP sayesinde sistem kesin çöküşten kurtulmuş yeniden hayatiyet kazanmıştı… Bu Atatürk’ün kurduğu ve artık tıkanmış olan sistemin de restore edilmesi anlamına geliyordu.”(Serdar Turgut, Habertürk, 19. Eylül. 2011)
Özellikle son yıllarda, AKP iktidarının Kemalist vasfı daha bir gelişmiş ve son beş yıl “neo –Kemalist” dönem denmeyi fazlasıyla hak etmiştir. Kemalist sistem AKP öncülüğünde muhafazakâr kitleleri ve maalesef kimi ilkesiz Müslüman kesimleri “Allah ile aldatarak” sisteme eklemlenmelerine vesile olmuş ve tükenip çürüyen sistemin kendisini yeniden üretmesine payandalık yapmıştır. Bu sebeple de sistemin Kemalist vasfı ve ilkeleriyle bütünleşip onları muhafazakâr kesimlere de kabul ettiren AKP iktidarı, artık “Kemalist derin güçlerin” güdümünde halka değil sisteme hizmet etmekte, halkın var olan manevi değerlerine bağlılığını tüketip tam anlamıyla sekülerleşmelerini sağlamış bulunmaktadır.
AKP Genel Başkan yardımcısı ve Bakanı olarak görev yapmış, şimdi de Cumhurbaşkanının Yüksek İstişare Kuruluna getirdiği Mehmet Ali Şahin’in “Dindarları biz laikleştirdik” dediği gibi bir sonuç oluşmuş ve “dindar muhafazakâr kitleler (büyük oranda) laikleştirilmiştir.” (http://www.haber7.com/siyaset/haber/175647-bakan-sahin-dindarlari-laiklestirdik.)
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal da 10.08.2017 tarihinde şunları söylemiştir: “Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin ve kendisinin Mustafa Kemal Atatürk’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktur… Atatürk’ün ortaya koyduğu ideali kim gerçekleştirmiştir diye dönüp bakın, AK Parti gerçekleştirmiştir.” “Cumhurbaşkanımız devletin uzun yıllar mağdur ettiği Müslümanları, dindarları, öfkesi ve kızgınlığı artmış bir kesimi, sorunsuz bir şekilde rehabilite etti, sisteme dâhil etti.” (http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/serpil-cevikcan/-ataturk-un-idealini-ak-parti-2499341/)
İşte bu politika sonucunda gelinen noktada, CHP ve darbe süreçlerinde elde edilemeyen sonuç hâsıl olmuş, Türkiye’nin kendisini İslâm’a nispet eden “dindar”-muhafazakâr çoğunluğu, suret-i haktan görünen AKP iktidarında büyük oranda laikleştirilmiş, sekülerleştirilmiştir. Yani zorba Kemalist sistemin “sopa politikası”yla 80 yılda başaramadığını, suret-i hak’tan görünen AKP 18 yıllık iktidarında “havuç politikası”yla fazlasıyla başarmış bulunmaktadır. Artık Kemalizmin ilkelerine, sekülerizme, laikliğe bağlı geniş muhafazakâr kitleler oluşmuş, yeni nesiller ise tamamen sekülerleştirilip yozlaştırılmış, deizme kayanlar da küçümsenmeyecek boyutlara ulaşmıştır. Bu sebeple, muhafazakâr kesimler, başörtülüler kitleler halinde Anıtkabir yoluna yöneltilmiş, AKP’nin başörtülü bakan ve milletvekilleri Ata’larının kabrini ziyaret edip tazimde bulunarak kendilerine seçilme hakkı verdiği için şükranlarını arz etmişlerdir. Bu sebeple, eskiden bu kesimleri pek ilgilendirmeyen resmi bayramlar, artık bu kesimlerce de coşkuyla kutlanmaktadır.
İnsanî erdemleri yok eden, insanı ve değerlerini tüketen, fesadı yaygınlaştıran, ekini, nesli ve ahlakı yozlaştıran, fıtratı bozan, yaygın, sistematik ve sürekli işkenceleri, “İstiklal mahkemesi” adı altındaki cinayet şebekelerinin on binlere ulaşan katliamları, faili meçhulleri, suikastları, yargısız infazları ve çok boyutlu insan hakları ihlalleriyle insanlık onurunu ayaklar altına alan bir sistemin kuruluşunu kutlamak ne anlama gelmektedir? Çok geniş kitleleri sefalete mahkûm ederken yandaş sermayedarları tüm halka ait kaynaklarla oligarşik güç haline getiren, halkının on binlercesini katletmiş, yüz binlercesini zindanlara tıkmış, milyonlarcasına büyük acılar yaşatmış, bedeller ödetmiş ve halen de bu zulümlerin büyük kısmını sürdüren bu sistemin kuruluş yıldönümünü bayram olarak kutlamaya devam etmek, en azından bunca zulmü çeken halka ve artık azalsalar da hâlâ bunun farkında olan çocuklarına saygısızlık değil midir?
Bir zamanlar resmi bayram olarak kutlanan 27 Mayıs bütün halkın ortak değeri olmadığı, bir kısmının sevindiği bu günde büyük kitlelerin de üzüntü duyduğu, hatta kahrolduğu gerçeği dikkate alınarak ve bu gerekçeyle 27 Mayıs gününün resmi bayram olmasına son verilmişti. Aynı duyarlılık “Cumhuriyet Bayramı” için de gösterilmeli, çünkü bu yeni Kemalist rejim, geniş halk kitlelerinin büyük ve yaygın bir zulme muhatap kılındıkları, acı ve ıstırapla dolu bir sürecin icracısı olmuştur. Bu sebeple, söz konusu büyük zulümleri hatırlatan rejimin kuruluş yıldönümü de geniş kitlelerin ıstırap duyduğu bir gündür ve tıpkı 27 Mayıs gibi ve aynı gerekçeyle resmi bayram olarak kutlanmaması, en azından halka saygı duymanın en temel gereği olarak görülmelidir.
Peygamber’e (as) Hakaret Sebebiyle Fransa’ya Sert Tepki Gösterenler, Neden Fransa Taklitçiliğiyle Fransa Kültürünü, Laikliğini, Yasalarını Zorla Müslümanlara Dayatan ve Peygamber’e Hakaret Eden Kemalist Sisteme ve Kemalistlere Aynı Tepkiyi göstermezler?
Bilindiği üzere, son iki yüz yıllık Osmanlı modernleşmesi de daha sonra gelen “Cumhuriyet” modernleşmesi de, Fransız etkisinin belirleyici olduğu bir süreçte ve Fransa tarafından kendi kültürüne devşirdiği İttihatçı ve Kemalist kadroların öncülüğünde gerçekleştirilmiştir. Bu kadroların dili ve zihin dünyası Fransız hayranlığıyla bütünleşmiş, zihinleri bu kültür tarafından ele geçirilip dönüştürülmüştür. Comte’ci pozitivizmi esas almaları sonucu, bilime tapınma, dini dışlayan ve dinle çatışan laikliği Müslüman halklara dayatma mücadelesi vermişlerdir.
Askeri saldırı ve işgali sona erdirip yeni devleti kuranlar, askerî işgalden daha fazla çürütücü ve yozlaştırıcı olan kültürel işgale bizzat kendileri önderlik etmişler ve kovulduğu iddia edilen düşman Batı’nın seküler laik kültürünü silah zoruyla ülkelerine hâkim kılmışlardır. Bu yüzden sürekli terennüm ettikleri “tam bağımsızlık” söylemi de koca bir yalandan ibarettir.
Alçak Fransızların işgali sürseydi, onlar yerli halkın ayaklanmasından korkarak asla Fransız kültürünün devşirdiği Kemalist kadroların yaptıkları gibi İslam’a ve halkın değerlerine müdahale edip yasaklamaya, kutsallarına hakaret etmeye ve alfabelerini, İslam hukukuna göre yaşamalarını sona erdirmeye ve Batı kültür, kıyafet ve yasalarını dayatmaya kalkışamazlardı. Nitekim onlarca yıl işgal altında tuttukları ya da sömürgeleştirdikleri hiçbir ülkede bunları yapamamışlar, sadece kaynaklarını çalmaya yoğunlaşmışlardır.
Fransa’nın Peygamber’e hakareti sebebiyle sert tepki gösterip maddi mallarını ithale karşı çıkanlar, neden ondan ithal edilen “laikliği ve ulusalcılığı”, kutsallaştırıp üstelik İslam ile bağdaştığı iftirasıyla bütün İslam ülkelerine de yayma çabasını ısrarla sürdürüyorlar?
Fransa mı, Yoksa Onu Taklit Eden Alafranga Kemalistler mi, İslam’a ve Müslümanlara Daha Çok Hakaret ve Zulüm Yapmıştır?
Fransa’mı İslam’a ve Müslüman’a daha büyük zarar vermiştir, yoksa ondan ithal edilen laikliği ulus devlet anlayışını ve seküler kültürü kendi halkına ve bütün Müslüman halklara kabul ettirmeye çalışanlar mı? Fransa mı daha aşağı ve daha zalim bir konumdadır, yoksa onun yoz seküler kültürünü ve laikliğini Müslüman halklara dayatıp “İslam şeriatı”yla savaşanlar mı?
Evet, Kemalist sistemin ve Kemalistlerin, İslam’a ve Müslümanlara yaptığı zulmü ve hakareti asla Fransa yapamadı. Çünkü yabancı ve kâfir olarak bilinen açık bir düşmandı. İçerden olup aşağılık kompleksiyle Fransa’ya özenenler, Fransız seküler kültürü tarafından devşirilen işbirlikçiler, İslam’a ve Müslümanlara çok daha büyük zulümleri ve hakaretleri yaptılar. Buna rağmen Fransa’yı taklit edip onca zulüm ve hakareti yapana suskun kalanlar, üstelik laikliği Fransa’dan ithal edip Müslümanlara dayatmaya devam edenler ve hatta bu şirk modeli laikliğin İslâm ile bağdaştığı iftirasıyla tahrifât cür’etini gösterip Rasûlün yoluna ihanet edenler, Fransa’ya daha sert tepkiler vermenin utandırıcı çelişkisini yaşıyorlar.
Yoksa Allah’a (c) ve Rasulü’ne (s) hakaret edenler, İslam’a ve Müslüman’a hakaret ve zulüm yapanlar Kemalist kadrolar olunca “yerlilik” adına mazur mu görülmektedir? Bunlar “yerli ve milli”, onları devşirip seküler laik kültürüne hizmette kullanan Fransa ise yabancı mı sayılmaktadır? Yerlinin yaptığı hakarete neden suskun kalınmaktadır?
Kendi halkının dinine, değerlerine ve kültürüne düşman olup Allah’ın indirdiği kitabı, “gökten indiği sanılan kitap” diye nitelendiren, Peygamberlere (hâşâ) “utanmaksızın tanrı tarafından gönderildiklerini söyleyen adamlar” diyerek Allah’ın azabından korkmadan hakaret edecek kadar seviyesizleşen, “İlâhların cümlesinin menşêi, vahşettir! Bütün dinler kadîm cehâlet, hurâfat, hûnharlık âbideleridir!”, “Benim dinim yok. Bazen bütün dinler denizin dibine batsın istiyorum” diyen Fransız mukallidi Kemalist kadrolar mı, seviye bakımından daha düşük bir konumdadır, yoksa küfrü ve zulmüyle zaten açık bir İslam düşmanı olan Fransa mı?
Bu İslam düşmanı, seküler inanç ve kültürü, kendi şahsi küfürleri olarak tutsalardı, kendi bilecekleri bir iş olurdu. Ama bu kadrolar, bu seküler inanç ve düşüncelerini, bütün bir topluma dayatmışlar, okullarda ders kitaplarına yerleştirip yeni nesilleri zorbalıkla dönüştürme projeleriyle emperyalist kültüre hizmet etmişlerdir. Bir daha soruyorum; Fransa mı İslam’a, Müslümanlara ve kutsallarına daha büyük hakaret ve zulüm yapmıştır? Yoksa Fransa’nın başta laikliği ve laik yasaları olmak üzere hayvandan aşağıya düşüren heva ürünü seküler yoz kültürünü “evrensel değerler” yalanıyla ithal edip Müslümanlara 97 yıldır zorbalıkla dayatan laik Kemalist sistem ve hala böyle alafranga bir sistemin kuruluşunu kutlamaya devam eden yöneticileri mi?
Fransa’ya sert tepki verenler, Fransa laikliğini ve kültürünü taklit edip zorbalıkla Müslümanlara dayatanlara, Peygambere ve Kur’an’a hakaret eden yerli işbirlikçilerine tazimde bulunuyorlar. Ayrıca hâlâ o laik Fransız kültürüyle Müslüman halkları yönetmeye ve üstelik bu laik kültürü eğitimde dayatıp körpe çocuk zihinleri işgal ve iğfal etmeye devam ediyorlarsa, bu utandırıcı ve Fransa’dan aşağı düşürücü büyük bir çelişkinin, akîdevi ve ahlaki sapmanın sonucu değil midir?
Ama maalesef Müslümanların büyük çoğunluğu bile bu bilinçten uzak biçimde “ulusalcı” resmi söylemlerin ardından sürüklenmekte ve yerel işbirlikçi zalime karşı daha yakın durmakta ve hatta eklemlenmektedir.
Biz Müslümanlar ise, laik Kemalist sistem ve tüm iktidarlarının Fransa’dan daha zararlı işler yaptıkları bilinciyle, öncelikle ve daha çok onlara, ondan sonra da İslam düşmanı zalim ve kâfir Fransa’nın alçaklıklarına bunlardan bağımsız biçimde özgün protestolarımızı ortaya koymalıyız.