Makale; LÂ DİYEMEMEK -4-
Hz. Davud aleyhisselam, Kur’an’da 16 kez ismi zikredilen bir peygamberdir. Sesinin güzelliği ile bilinen Davud Peygamberin sesi o kadar güzeldi ki, sesine dağlar ve kuşlar eşlik ederdi. Peygamberlik vazifesinden evvel, Tâlût’un ordusunda asker olarak savaşmıştır. Peygamberlik göreviyle beraber, İsrailoğulları’na krallık yapmıştır. Asıl mesleği demirciliktir ve Hz. Davud aleyhisselama kitap olarak Zebur indirilmiştir.
Tih çölüne sürülen Musa (as)’ın Yahudi kavminden birçoğu öldü. Peygamberlik müessesesi, Musa (as)’dan sonra Davud aleyhisselam ve oğlu Süleyman aleyhisselam ile devam etti.
“Lâ bilincini” bir türlü kavramak istemeyen Samirilerin soyu az da olsa vardı.
Davud (as), Talut’un ordusunda genç neferdi.
Talut ve İsrailoğulları sefere çıktıkları bir zaman diliminde, bir ırmaktan geçmeleri gerekiyordu. Ancak Allah azze ve celle, Talut ve askerlerine ırmağı geçerken bir avuç dışında, fazla su içmemeleri konusunda emir buyurdu. Çok susayan ordu için bu imtihan büyük bir imtihandı. Allah azze ve celle ordunun içerisinden, en ufak bir imtihanda bile orduyu yarı yolda bırakacak, “La bilincinden” uzak, iradesi zayıf halkaları temizlemek istiyordu. Ve beklenen oldu. “Lâ bilincini” kavrayamamış zayıf halkalar sudan kana kana içti ve döküldüler. Talut’un ordusu, Calut ve ordusuna karşı sayısal olarak zayıflamıştı. Ancak Allah katında, nicelikten ziyade nitelik daha önemliydi ve Talut’un ordusu bunun bilincindeydi. Davud (as) ve “lâ bilincini” kavramış nice az müminler, sayısal olarak az da olsa savaşta Allah’ın yardımıyla galip geldi. Davud (as), küfrün başı olan Calut’u öldürdü.
Müminler, Câlût ve askerlerinin karşısına çıktıklarında dediler ki: “Ey Rabb’imiz! Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl. Kâfirler güruhuna karşı bize yardım et.”
Böylece Allah’ın izniyle onları mağlup ettiler. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah, Davud’a hükümdarlık ve hikmet verdi. Ve dilediği şeyleri ona öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmını diğerleriyle savmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Fakat Allah, âlemlere karşı lütuf sahibidir. (Bakara Suresi 250 – 251)
Davud (as), dik duruşu, hikmetli bakışı, adil oluşu, Allah’ın isteği doğrultuda yaşaması, yeryüzünün halifesi ve hükümdar peygamber oluşu Allah’ın ona bir lütfüdür.
Oğlu Süleyman aleyhisselama da, böyle güzel bir babadan yetişmesi sonucunda, Allahın bir lütfu olarak, önce peygamberlik, ardından mucize olarak yeryüzünde yaşayan hayvanlar, rüzgâr ve cinler kendisinin hizmetine verilmiştir.
Allah azze ve cellenin hazineleri biter mi? Yeter ki kul hak edecek eylem ve salih amel işlesin.
Bugün bizler, Allah’ın yardımını alamıyorsak hak etmediğimizdendir. Ellerimizle yapmış olduğumuz günahlar yüzünden, “tembelizm” hastalığından, birbirimize kol kanat geremediğimizdendir.
Allah azze ve celle, zalimlerin zulmünü bizim ellerimizle def etmek ister, vahdet olmamızı, güzel amellerde sabır göstermemizi ister. İşte bunları hak ettiğimizde, Allahın yardımı fevc fevc yağacaktır. İnanın buna engel olan biziz.
Allah azze ve celle, Kur’an’ı Hâkiminde, Muhammed Suresinin 7. Ayetinde, “Ey iman edenler! Eğer siz, Allah’ın davasına yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı İslâm üzerine sabit tutar” buyurmaktadır.
Peki, Allah azze ve celle neden kâfirlere, zalimlere karşı bize yardım etmiyor? Bu sorunun tek cevabı var. Vahdet olmaktan uzak, parça parça parçalanmış, Allahın davasının çıkarlarından çok, kendi çıkarlarını düşünen bir topluluğa Allah neden yardım etsin ki? Biz Allahın davasına hakkıyla, Allahın arzu ettiği şekilde yardım etmiyoruz ki, Allah bize yardım etsin.
Şu insan ne gariptir ki! Puta, aya, güneşe tapar. Kendilerini, bu kâinatı ve içindekileri yoktan yaratan Allah’a kulluk etmez.
Sebe kâvmi ve melikesi Allah’ı bırakıp güneşe secde ediyorlardı. O bölgenin güçlü orduları kendi ellerindeydi. Süleyman aleyhisselamın daha güçlü ve karşı konulmaz ordularını görünce, bu güce itaat etme zorunluluğunu hissettiler Allah’ın ordularına ne yapabilirlerdi ki?
Çıplak gözle görünmeyen mikroplar bile, Allah’ın bir emri ile koca bir topluluğu tarumar edebilirler.
Ey insan! Gücün yetiyorsa ölümü yensene!
Eyyub (as) da, önce zenginlik, sonra fakirlik, daha sonra da evlat ve hastalıkla imtihan edildi. Malı ve mülkü, ailesi elinden gidince, isyan etmedi sabretti ve Allah’ın emrinin dışına çıkmadı.
“İnsana gelince, Rabbi onu imtihan edip kendisine ikramda bulunduğunda ve bolca nimetler verdiğinde, o: “Rabb’im bana ikram etti” der.
Ama Rabb’i onu imtihan edip rızkını daralttığında ise: “Rabb’im beni önemsemedi” der. (Fecr Suresi 15 – 16)
Eyyub (as), bu ayetlerin bahsettiği nankör insanlardan olmadı. Tevekkül edip, tek dayanağı ve tek Rabbi olan Allah (cc)’a vardı.
Hastalığı uzun sürdü, ona da sabrederek bizlere de sabır timsali oldu. Neye ve kime iman edeceğini iyi biliyordu. Allah uğrunda neleri feda edeceğini çok iyi kavramıştı. Lâ îlahe îllellah demesi ve tevekkül etmesinin sonucu olarak Allah azze ve celle, kaybettiklerini tekrar ve misli ile ona geri verdi. Sıkıntılı haline hiç isyan etmeyerek illallah sarayına, oradan da sonsuz cennet sarayına girdi.
Yunus (as), insanlığa gönderilen bir diğer elçi idi. Kavmi bir türlü “lâ” diyemiyordu. Atalarından öğrendikleri dinleri, Yunus alehisselamın tebliğ ve davetinin önüne geçiyordu. Yunus peygamber, ne kadar tebliğ etse, kulaklarını tıkıyor, ne yazık ki hakka dönmüyorlardı.
Yunus (as), halkının bunaltıcı baskısından ve davetine icabet etmemesinden dolayı, Allah’ın izni olmadan maalesef görev yerini terk edip bulunduğu yerden hicret etti. Gemi ile giderken fırtınaya tutulması, gemiden atılıp balığın yutması ve balığın karnında pişman olup tevbe etmesi, tevbenin kabulü ile iman eden kâvmine dönmesi neticesinde kâvmi iman hakikatini görüp iman şerefiyle şereflendiler.
Yunus (as)’ın tevbesi dostlar! Çok güçlüydü. Âlemlerin Rabbi olan Allah cc bu tevbeyi kabul etmesi gecikmedi ve icabet etti.
“Balık sahibi (Yunus’u) da hatırla. O, bir zaman (kavmine) kızıp gitmişti. Kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde: “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ve tesbih ederim. Şüphesiz ben zâlimlerden oldum!” diye nida etti.
(Enbiya Suresi 87)
Allah’ın dinine hakkıyla yardım edemeyen, tebliğ ve davette üzerine düşen sorumluluğu yerine getiremeyen bizlerin de, aynı Yunus peygamberin duasında olduğu gibi, sorumluluklarımızı yapmamızı engelleyecek tüm bahanelere “Lâ” dedikten sonra, Ya Rabbi ben nefsime zulmettim dememiz, ölüm gelinceye kadar bu imanda olmamız, bize de kazandıracaktır.
Hz. İlyas, Kur’an’da 3 kez anılmıştır. İsrailoğullarının Ba’l putuna tapan bir kabilesine peygamber olarak gönderilmiştir.
Hz. Elyesa, Kur’an’da 2 kez anılmış ve Hz. İlyas’a yardımcı olarak görevlendirilmiştir.
Hem İlyas (as), hem de Elyasa (as), babil halkını, ba’l putuna tapmaktan sakındırmaya çalıştılar. Ancak babil halkı da, diğer kavimler gibi kulaklarını Hakka tıkadı. İlyas ve Elyesa peygamber, görevlendirildikleri kavimlerinin davete icabet etmeleri noktasında belki istediklerini alamadılar ancak, Allah’ın emrini dinlediler ve görevlerini layıkıyla yerine getirdiler.
Lâ diyemeyen babil kâvmi kaybetti. İlyas ve Elyasa (as) ise kazandılar.
Hz. Zekeriya, Kur’an’da 7 kez anılmıştır. Hz. Süleyman’ın neslinden gelmiştir. Kudüs’te Hz. Meryem’i himayesi altında korumuştur. İsrailoğulları tarafından şehit mertebesine ulaştırılmıştır.
Hz. Yahya, Kur’an’da 5 kez anılmıştır. Hz. Zekeriya’nın oğludur. Adı kimse tarafından kullanılmamış ve Allah tarafından konulan özel bir isimdir.
İmrân ailesinden, İmrân’ın hanımı Hanne validemiz, herkesin kolay kolay yapamayacağı bir şey yaptı. Karnındaki çocuğu Allah’a adadı. Ve bu hareketi, onu Allah katında üstün kıldı. Allah cc onun hâlisane yaptığı tüm dualarına icabet etti. Allah cc onun adanmışlığını güzel bir kabul ile kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi (eğitip) yetiştirdi. Allah cc, Hanne validemizden dünyaya gelen Meryem validemizi her türlü kötülükten ve şeytandan korudu. Çünkü Meryem validemiz, yakın bir gelecekte çok büyük bir misyon yüklenecekti. Allah’ın babasız yaratacağı, “OL KELİMESİ” İsa peygamberi dünyaya getirecekti.
Zekeriya her mabede girdiğinde Meryem (as)’ın yanında çeşitli yiyecek bulur ve “ Ya Meryem (her gün bu yiyecekler) sana nereden geliyor? sorusuna, sınırsız tevekkül sahibi Hz. Meryem ise, “Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir” derdi. Evet, aynı Hz. Meryem’in dediği gibi, Allah dilediğine sınırsız verir. Ve kullarına karşı da çok merhametli ve çok cömerttir. Yeter ki biz kulluğumuz da samimi olalım.
Zekeriya (as), kendisi yaşlı, hanımı ise kısır bir karı-kocaydı. Zekeriya (as) mabette bir gün dua ederken kendisine Yahya (as) müjdelendi. Zekeriya (as) şaşkındı. Nasıl olurdu? Kendisi yaşlıyken, hanımı da kısırken bu nasıl mümkündü? Bu tıbben mümkün değildi. Ancak tıbbı da yaratan Allah değil miydi? O “ol” dedikten sonra her şey boyun eğmiyor muydu?
Ve Zekeriya peygamberin Yahya adında bir yavrusu oldu. İşte Rabbimiz mülkünden sınırsız verince böyle verir ve onun mülkünden hiçbir şey de eksilmez.
Zekeriya (as) ve oğlu Yahya (as), sapmış ve Tevrat’ı tahrif etmiş israiloğullarına Allah’ın emirlerini doğru bir şekilde anlatmışlardı. Kendilerine akraba olan bu kavim hiçbir zaman davete icabet etmedi. “Lâ” demekten çok uzak olan bu kavim, sürekli düşmanlık ve kin güttüler, sonunda iki peygamberi de şehit ettiler.
İsrailoğulları birçok mucize gördükleri halde, hatta birçok Resuller kendi akrabalarından oldukları halde onlara itibar etmemiştir. Allah cc onlara merhamet edip sayısız nimetler gönderdiği halde “lâ” diyememişler, “lâ” diyemediği saraylarda yaşamışlar ve halka sürekli zulmetmişler, birçok peygamberi de şehit etmişlerdir.
Meryem (as)’a iftira atmışlar, İsa (as), bebekken beşikte konuşmasına rağmen, kavmine “Ben Allah’ın peygamberi, Meryem oğlu İsa’yım” demesine rağmen, böylesine büyük bir mucizeye şahitlik etmelerine rağmen yine de inanmamışlardır. Bu mucizeyi görüp daha sonra ona inanan Yahudiler ise, bu sefer de ölçüyü kaçırarak onu Allah’ın oğlu yapmışlar ve ilahlaştırmışlardır.
Hristiyan ve Yahudiler hiçbir zaman “lâ” diyemediler. Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur dediler. Hristiyanlar ise İsa Mesih Allah’ın oğludur dediler ve kâfir oldular.
Sürekli isyan, taşkınlık, tuğyan, zalim ve zulmedici bir kavim oldular. Hala olmaya da devam ediyorlar. Bugün dünyada zülüm ve kargaşa varsa, altında hep bu zalimlerin imzası var. Bu zalim kâfirleri örnek alırsak ateş bize de dokunur.
İsa (as)’mı hep kurtarıcı olarak beklediler. Gelince de yapmadıkları pislik kalmadı. Sayısız mucize gördükleri halde, kendi akrabaları olduğu halde öldürmeye kalktılar.
Yüce Allah onların tuzaklarını bertaraf etti. O kadar nimete gark oldular ki, o nimet başlarını döndürdü ki, İman nimetinden, çok azı dışında, hiç nasipleri olmadı. Nasipsizler!
Bu azgın toplum, kutsallık üretip Allah’a gidiş yolunu tıkadı. Halkı uyutup soyup soğana çevirdi. Azgın azınlık bugüne kadar bu milleti uyutup her türlü soygun ve talanı yaptı. Yapmaya da maalesef devam ediyor.
Çağdaş köle sınıfı olan bu halkı da, belâm kılıklı sözde hocalar aldattı. Gerçek İlah olan Allah’ı hakkıyla tanıtmadılar ve anlatmadılar.
Gerçek Rabb olan Allah’ı biz mümin şahsiyetler tanıtacak ve sabırla, bıkmadan, usanmadan bu topluma anlatacağız ve bu toplumu biz dönüştüreceğiz İnşaAllah.