Makale: Papa’nın Irak’ı Ziyaret sebebi; Destekledikleri “Haçlı Seferi”nin Yıkımını Yerinde Görmek mi, Yoksa Müslümanlara Yeni Tuzaklar Kurmak mı?
Emperyalist ABD’nin Başkanı katil Bush’un “Haçlı Seferi”ni destekleyen Katolik Papalık kurumunun yeni lideri Papa Franciscus, yakıp yıkarak milyonlarca masum insanı katlettikleri Irak’a bugünlerde arsızca bir ziyaret yapıyor. Üstelik bu işgal, yıkım ve katliamı gerçekleştiren “Haçlı seferi”ni desteklemiş olmaktan kaynaklanan büyük sorumluluğunu itiraf edip özür gereği bile duymayan utanmazca açıklamalar yaparak bu ziyareti gerçekleştirebiliyor.
“Papalığın o dönemde Bush’un katliamlarına destek verdiğini ve bu yüzden kendi ellerinin de Iraklıların kanına bulaştığını bu yüzden özür dilemeye geliyorum” demiyor da kendileriyle hiç ilişkisi yokmuş gibi “Yıllar süren savaş ve terörizmin ardından, Tanrıya af ve uzlaşı için yalvarmak; Tanrıdan kalplere teselli, yaralılara şifa dilemek için geliyorum.” diyor.
İster istemez Papa’nın bu ziyaretinin arka planındakine dair muhtemel sorular zihinleri zorlamaktadır. Çünkü asla ıslah olmayan ve tükenmeyen “Haçlı zihniyeti ve kini”, bu ziyaretle kim bilir hangi emperyalist hesaplar yapmakta, kim bilir hangi oyun ve tuzaklar kurmaktadır?
Irak’lı Yetkililerin ve Din Adamlarının, Papa’yı Karşılamadaki İlkesiz ve Zelil Tutumları İbret Verici Olmuştur
Nasiriye vilayetindeki Ur kentinde “Papa’yı Müslüman ve Hıristiyan din adamları” karşılıyor. Papa’nın gelişi sırasında yerel folklor ezgileri ve ilahiler çalınıyor. Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi, sosyal paylaşım sitesi Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Barış ve hoşgörü eksenleri Papa Franciscus ile Şiilerin en büyük dini mercisi Ali es-Sistani‘nin tarihi görüşmesi ve antik Ur kentindeki dinler arası görüşme münasebetiyle her yıl 6 Mart’ı Ulusal Hoşgörü ve Birlikte Yaşama Günü ilan ediyoruz“1 diyebiliyor. Irak’a saldırıp milyonlarca masum insanı katleden Bush’un “Haçlı Seferi”ni destekleyen Papalığın bugünkü temsilcisi olup özür bile dilemeyen Papa Franciscus’u ve onu ağırlayan Sistani’yi “hoşgörü ve barış kutbu/ barış ekseni” ilan etmekten utanmıyor.
Üstelik yazının girişinde gördüğünüz hoş geldiniz tabelasında Papa ve Sistani’nin resimleri arasında yer alan Sistani imzalı yazıda çok daha utanç verici bir itirafa yer verilmiş; “Siz bizden bir parçasınız, biz sizden bir parçayız.” Türkçedeki ifadesiyle, “siz bizdensiniz biz sizdeniz” denmiş oluyor. Allah (c) ise, Maide Sûresi 51. ayette “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost/veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost/veli edinirse, kuşkusuz o da onlardandır…” diye uyarıp “onları veli edinip sonuçta onlardan olmanın” tehlikesine ve böyle yaparak kendisini onlardan kılanların “Allah’ın hidayetinden uzak zalimler topluluğu olduğuna” dikkat çekmektedir. Buna rağmen, söz konusu tabelaya yazılan Sistani’nin beyanı gönüllü olarak kendilerinin onlardan olduğunu açıklamaktadır.
Anlaşılan o ki, Irak ve Afganistan’da gerçekleştirilen “Haçlı seferi”yle milyonlarca masum insanın öldürüldüğü büyük katliamlarla ilgili bir itirazı olmayan ve hesap sormak yerine Papa ile kucaklaşıp dost olanlar, kendilerini onlardan kabul ediyorlar. Allah onların kendilerini İbrahim’e (AS) nispet etmelerini bile kabul etmezken, Iraklı Şiiler kendilerini onlardan kabul ediyorlar. Bütün bunlar, zalimine âşık Irak yetkililerinin ve “Müslüman din adamı” adı verilenlerin zilletini ortaya koymaktadır.
Üstelik Papa, sürekli içlerinde taşıdıkları kin ve düşmanlığı örtmek için, Yahudi ve Hıristiyanları da Hz. İbrahim’e nispet eden dinî bir saptırmayı gündemleştirerek, “Müslümanları, Yahudileri ve Hristiyanları tek bir ailede birleştiren İbrahim babanın adına diğer dini geleneklerden kız ve erkek kardeşlerimizle de birlikte dua etmek, birlikte yürümek arzusuyla geliyorum.”2 diyebiliyor. Bir diğer hitabında ise tam bir iki yüzlülükle, yüz yıllardır yaptıklarına ters ve vahye aykırı bir içerikle, “Biz, İbrahim’in torunlarıyız. Birbirimizi sevmeliyiz. Birbirimizden ayrı çalışmamalıyız. Bu toprakları birlikte ihya edebiliriz.”3 misali sözler sarf ediyor. Müslümanları asla sevmedikleri gibi bir de kendilerini İbrahim (as)’a nispet eden bir yalan söylüyor. Hâlbuki Rabbimiz, “İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı tek olarak tanıyan dosdoğru bir Müslim/Müslüman idi; müşriklerden de değildi”.4 buyurmuş ve onların bu iddialarını yalanlamıştır.
Üstelik Kur’an onları Hz. Musa ve İsa (as)’ya inzal edilen İslam dininin tahrif edilmeden önceki haline, ortak kelime olan tevhide davet ettiği5 halde bu davete de icabet etmeyip sapkınlıkta direnmişler, muharref dinler olan Yahudilik ve Hıristiyanlıkta ısrar etmişlerdir. Yani Yahudiler ve Hıristiyanlar, hem Hz. İsa ve Musa’ya (as) hem de Hz. İbrahim’e (as) ihanet etmişler, son Peygamber ve Kitaba da düşman olarak, Allah’a ve dinine savaş açanlar arasındaki yerlerini almışlardır.
Irak Cumhurbaşkanı ve diğer yetkilileri, en azından başlarına gelen, işgal, saldırı ve katliamların da “terör” belasının azgınlaşmasının da arkasında doğrudan “Hıristiyan Haçlı zihniyeti”nin yer aldığını ve bunun o süreçte cüretkârca ifade edildiğini, Papalık kurumunun da o süreçte destek vererek sorumlu olduğunu ve bu konuda bir özür beyanı olmadan kendisiyle görüşmeyeceklerini söylemek yerine, sanki bütün bu olanlarda Papalığın ve Hıristiyan dünyasının bir dahli ve sorumluluğu yokmuş gibi zelil bir tutum sergilemiştir. Yaptığı konuşmada “Irak’ta terör örgütlerinin Hıristiyanlara uyguladıkları şiddet ve terör saldırıları nedeniyle Hıristiyanların ülkeyi terk etmek zorunda kaldıklarını belirtip ‘Ne yazık ki bu baskı ve saldırı sonucu birçok Hıristiyan ülkeyi terk etmek zorunda kaldı’” demiştir.
Bilindiği üzere, Papalık desteğinde ABD ve Batılı katil demokrasilerin “Haçlı seferi” sonucu Irak yakılıp yıkılmış, milyonlarca insan katledilmiş, bir kısmı da Saddam’ın subaylarından oluşan on binlerce genç insan “Ebu Gureyb” misali ceza evlerine tıkılıp ağır işkencelere tabi tutulmuştu. Yine emperyalist proje gereğince zindanda bir kısmı devşirilen, büyük kısmı da öfke birikimiyle patlama noktasına gelen ve İslami birikimleri de çok yetersiz olan bu gençler zindan kapıları açılıp dışarıya salıverildiler. Emperyalizmin güdümündeki yeni Irak ordusu bu bir avuç genç karşısında geri çekilip silahla dolu depoları onlara bırakıverdi. Daha sonra da Suriye zindanlarında aynı mizansen yaşandı.
Sonuçta devşirdikleri Saddam’ın subaylarıyla ya da içlerine sızdırdıkları elamanları vasıtasıyla, bu öfkeli ve cahil gençleri manipüle edip yönlendirdiler. Yıllarca zindanlarda işkence görüp haklı olarak öfke biriktirmiş olan ama cehaleti sebebiyle yönlendirilmeye müsait olan bu gençlerle “IŞİD” denen örgüt ortaya çıkarıldı. İslam’a aykırı birçok fiili bunlara işleterek bir yandan İslam’ı kötü göstermeye, diğer yandan da bunları doğrudan Esed’e ve Irak yönetimine değil de muhalif Müslüman gruplara saldırtarak, İslami muhalefete büyük zararlar verdiler. Bu tür “kör şiddet”i esas alan örgütler üretip destelemekten amaç bölgede kaos ve çatışmayı sürekli kılarak ve bölgeyi yıldırıp İslamî muhalefeti tüketerek emperyalist projelerine uygun haritaları kolayca kabul ettirebilmekti. Üstelik Batı ülkeleri kendi içinde bulunan ama kültürlerine uyumsuz gördükleri Müslüman gençleri de temizlemek istiyordu. İşte bu sebeple bir yandan “IŞİD” propagandasına katkı sunup gençleri özendirdiler. Sonra da kapıları açarak Suriye ve Irak’a gidip “IŞİD”e katılmalarının önünü açtılar. Böylece gidenlerin önemli bir kısmını orada öldürdüler, sağ kalanları da ülkelerine geri almadılar.
Bölgeyi sürekli kaos ve çatışma içinde tutup, İsrail’e bölgede yandaşlık yaparak nüfuz alanı açacak yeni devletçikler kuracak yeni haritaları dayatabilmek için yaklaşık 50 yıldır kullandıkları esas taşeron örgüt ise PKK’dır. Papalık ve tüm Hıristiyan âlemi, ABD dahil Batılı katil demokrasiler ve bölgeye bir bıçak gibi saplayıp sürekli yanında durdukları Siyonist İsrail, en güçlü silahlar vererek hep birlikte PKK’yı desteklemektedirler. Papa ise, PKK doğrudan kendilerinin taşeronu olduğu ve başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarının sürekli kanını döktüğü, büyük katliamlar yaptığı halde onu görmezden gelip, “İslam” imajını kirletmek üzere ortaya çıkardıkları IŞİD’i bilinçli olarak sürekli gündem yapmaktadır. Üstelik PKK, kendisine tabi olmayan Ezidilere ve Hıristiyanlara da zulmetmekte olduğu, Kürt, Arap ve Türkmen Müslümanların sürekli kanını döktüğü, bölgenin en yaygın ve en sürekli terör örgütü olduğu halde, seküler, laik, Batıcı ve Hıristiyan devletlerin köpeği olduğu için bu terör örgütüne dair tek eleştirel cümle kurmadan bölgeden ayrılmıştır.
Bizzat kendileri milyonlarca bölge insanını ve masum Müslümanları “Haçlı Seferi” caniliğiyle füzeler yağdırarak vahşice katlettikleri, üstelik “IŞİD” benzeri kör şiddeti esas alan örgütlerin de silahını temin edip arka planda destekledikleri halde, Papa hâlâ IŞİD terörünü öne çıkarmaktadır. Üstelik IŞİD’in de en fazla Müslümanları katlettiği ve yaptığı İslam’a aykırı eylemleriyle en çok İslam’a zarar verdiği gerçeğine rağmen, Papa utanmadan sadece “Yezidilere IŞİD tarafından yapılan saldırıları kınadıklarını” söylemiştir. Çünkü “IŞİD”, bilmeyen kitlelerin ve hele de Müslüman olmayan kitlelerin nezdinde, yapılan kasıtlı propagandanın etkisiyle İslam’ı temsil ediyor zannedilmektedir.
Diğer taraftan, sanki bölgedeki “Haçlı seferi” katliamlarının ve bütün terörün de arkasında kendileri yokmuş gibi Papa, “Terör saldırılarında evlatlarını kaybedenlerin acısını paylaşıyorum, gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmalıyız. Kardeşçe yaşamak gerçek diyalog ister” “Yıllarca Irak için dualar ettik. Aşırıcılık ve hoşgörüsüzlük yeter. Irak’ı riske atan bölgesel gerginliklere karşı durmak gerekiyor.”6 diyecek kadar ikiyüzlü ifadeler sarf edip Müslümanları ahmak yerine koyan, samimiyetsiz ve yalan beyanlarda bulunabilmiştir.
Papalılığın da desteğiyle “Haçlı seferi” adı altında Irak’a saldıran emperyalist ABD ve müttefiki Batılı Hıristiyanların, katil demokrasilerin “bölgeye demokrasi ve özgürlük getirmek” kamuflajı altındaki saldırısı sonucu yaşanan çok boyutlu ıstırapları, zulümleri, milyonlarca bölge insanını yok eden büyük katliamları ve “terör” denen belanın da bundan sonra bölgede sürekli kaos hali yaşanması için yine kendi destekleriyle bölgeye musallat edildiğini görmezden gelip ahlaksız bir üste çıkma çabasıyla şunları söylemiştir: “Terör, tarihin bir parçası olan Irak’a da saldırdı. Din ve fikir çeşitliliğini, özgürlüğünü savunmalıyız.”7
Bütün Papa’lar, İslam’a Karşı Aynı Haçlı Düşmanlığı ve Aynı Önyargıyla Maluldürler
Irak başta olmak üzere bölgeyi kan gölüne çevirdikleri yıllarda, 2006 yılında görevde olan Papa Benedict’in de Almanya’da Regensburg İlahiyat Fakültesi’nde yaptığı bir konuşmada, Aziz Peygamberimize ve tebliğ ettiği dine hakaret niteliği taşıyan ifadeler kullandığını hatırlamanın tam zamanıdır. O günkü Papa, Hz. Muhammed’in insanlığa getirdiklerinin “kötü ve insanlık dışı olduğunu” ve “İslamî cihad akla ve tanrıya karşıdır”8 sözleriyle iftira ederek ya da Bizans İmparatorunun 15. yy ifade ettiği iddia edilen bu sözlerine katılarak, Batıl bir dinin önderine bile yakışmayacak, ahlaki olmaktan uzak, üstelik yalan ve iftira niteliği taşıyan açıklamalarda bulunmuştu.9 Aslında, bir camianın en tepesindeki seçilmiş temsilcisi olarak, böyle mesnedi olmayan, doğru bir bilgiye dayanmayan, iftira niteliğinde bir açıklamayla, Hıristiyanlığın, yaşadığı tahrifat sonucunda ne kadar zelil bir konuma sürüklendiğini bilmeyenlere bir daha göstermişti. Anlaşılmaktadır ki, vahiyden kopuş, kitabın tahrifi, Hz. İsa’nın ve ruhbanın ilahlaştırılması, zamanla fıtratların da bozulmasına sebep olmuş ve insani erdemlerin bile kaybedilmesine, “esfel-i sâfilin” çukuruna düşülmesine yol açmıştır.
İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve zulme karşı adaleti, büyük zulüm olan şirke karşı tevhidi ikame etmek üzere indirilmiş ve tüm insanları, insanî erdemlere, fıtratın yoluna, insanlık onurunu koruyup yüceltmeye ve Hıristiyan camianın henüz bugün bile ulaşamadığı nitelikte insan haklarına davet eden Kur’an’ın mesajını, insanlık dışı olarak nitelemek, Allah’a düşman olmaktan başka neyle izah edilebilir? Hz. İsa’ya (as) gerçekten sevgi ve saygı duymuş olsalardı, Hz. İsa’yı hak peygamber olarak kabul eden, ona indirilen kitaba iman eden, Hz. İsa’nın da müntesibi olduğu tevhid dinine, İslam’a çağıran ve üstelik, geleceğini de bizzat Hz. İsa’nın haber verip müjdelediği bir Peygamber olan Hz. Muhammed’e (s) ve onun tebliğ ettiği dine bu derece saygısız bir üslup kullanmazlardı. Kendi dinlerine ve peygamberlerine bile ihanet etmiş olanların Hz Muhammed’e (s) ve onun tebliğ ettiği dine (ortak kelimeye) saygılı olmalarını beklemek mümkün değildir.
İslam’a karşı önceki Papa’ların tutumu, Hıristiyanlık camiasındaki gerçek ve hâkim görüşü yansıtmaktadır. Batıda, muharref bir din olan Hıristiyanlık kültürüne karşı çıkan kimi erdemli istisnaların dışında büyük çoğunluk İslam’a ve Müslümanlara önceki Papalar gibi yaklaşmaktadır. Sözüm ona “barışçı” (!) olduğu iddia edilen herhangi bir Papa’nın bir kez olsun, Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Hıristiyan-Siyonistlerce gerçekleştirilen işgal ve katliamları kınayan tek söz ettiğini duyan var mı? Üst seviye pek çok Papaz ve Haham’ın iştirak ettiği ve Türkiye’de F. Gülen’in önderliğinde düzenlenen “dinler arası diyalog ve hoşgörü” toplantılarında bir kez olsun, tüm İslam coğrafyasını kuşatan bu din eksenli saldırı, işgal ve katliamları kınayan tek bir karar alınmış ya da ortak bildirilerde bir satır da olsa yer verilmiş mi? Tam tersine, bu tür toplantılar, tıpkı bugün Papa’nın Irak görüşmelerinde yapıldığı gibi, sanki dünya güllük gülistanlık barış içindeymişçesine barış, hoşgörü ve sevgi konuşmaları yapılarak tamamlanmış ve tüm dünyada estirilen Hıristiyan-Siyonist vahşeti görmezden gelinerek katledilen milyonlarca Müslümanla adeta alay edilmiştir.
Aslında, bu tür ikiyüzlü toplantıların sık yapıldığı ve bunları düzenleyen Müslümanların Papa’ya diyalog ve hoşgörü adına bağlılık bildirdikleri dönemde, bundan önceki Papa’lar zamanında da Vatikan aynı İslam düşmanlığıyla “Milyonlar Muhammed’e Karşı” konulu raporlar yayınlıyordu. Papalığın Irak’ta yapılan büyük yıkım ve katliamlar sürecinde bu “Haçlı Savaşı”nı nasıl sahiplenip desteklediğini gösteren son derece açık beyanlar vardı. Mesela 10 Ekim 2004 tarihli İngiliz Daily Telegraph gazetesi, Kardinal Joseph D’Hippolito’nun sözlerinden alıntı yaparak, “Vatikan yetkililerinin NATO tarafından desteklenen uluslar arası askeri gücün Irak’ta demokrasiyi inşa etme ve düzeni kurma girişimini desteklediğini” yazıyordu. World.mediamonitors.net sitesindeki haber analizde ise, Vatikan’ın, Müslümanlar tarafından kurulacak Müslüman hükümetlere karşı yürütülecek askeri müdahaleleri desteklediğini açıklaması ve teşvik etmesi anlamlı bulunuyordu. Vatikan Dışişleri Bakanı ile kişisel olarak Papa’nın da paylaştığı görüşleri ifade ettiğini belirten Kardinal D’Hippolito, “Vatikan’ın İslam’a karşı başlattığı Haçlı savaşından cesaret alan birçok Batılı aydın ve politikacının, Müslüman dünyaya yönelik saldırılarını daha da sertleştirdiği” tespitini yaparak, “bu stratejinin başarıya ulaşana kadar sürdürülmesi gerektiği” tavsiyesinde bulunmaktaydı.
Vatikan’ın en büyük düşman olarak İslam’ı ilan etmesinin, Batı dünyasını alarma geçirdiğini belirten Philadelphia Churc of God gazetesi de, “Ortadoğu’daki güçlerin giderek büyük bir tehlike olmaya başladığını ve bu tehlikenin ancak Katolik Kilise’sinin Haçlı anlayışı ile önlenebileceğini” vurgulamaktaydı.10 İşte, önceki Papalar döneminde de sürdürüle gelen bu tür emperyalist emellere ve projelere destek olma çabası bugün de devam etmekte ve bugün Irak’ı ziyaret eden Papa’dan önceki Papalar, İslam’a ve Peygamberine yönelik iftira ve hakaret içerikli açıklamayla yeni bir Haçlı seferinin fitilini ateşlemişlerdi. Aslında Papa ve yandaşları, yüzyıllardır, kimin şiddete dayalı politikalarla insanları dönüştürmeye çalıştığını da, bu amaçla kimin hangi insanlık dışı uygulamaların altına imza atarak geldiğini de, İslam’ın nasıl bir adalet anlayışına sahip olduğunu da çok iyi bilmektedirler.
Diğer taraftan, daha eski bir Papa, sağlığında 1993 yılında İsrail’i ilk defa tanıyan Papa unvanını almış ve mazlum Filistin halkının işgal altında katliamlara maruz kaldığı bu süreçte işgalci katillere hiçbir eleştiri yapmazken, Kudüs’e gidip ağlama duvarında dua ederek terörist İsrail’e destek vermişti. Üstelik II. Paul, “Tanrının Kudüs’ü Yahudilere vaad ettiğini” bile söyleyerek, Yahudi’nin hurafelerine destek vermekle İslam düşmanlığını daha net bir biçimde ortaya koymuştu. Dinler arası diyalogcular ve kimi aydınlarca kıymeti vurgulanan bir başka Papa, uzun döneminde, “Musevilerden, Romanlardan, Katolik olmayan Hıristiyanlardan, sapkınlardan, kadınlardan ve değişik kültürlere sahip topluluklardan, tarihin değişik dönemlerinde Katoliklerin zulümlerine muhatap olmaları nedeniyle özür dilediği” halde, aynı şekilde, Haçlı seferleri sebebiyle yaptıkları katliamlardan dolayı Müslümanlardan özür dilemekten ise özellikle kaçınmıştı. Tıpkı bir önceki Papa Benedict’in bütün dünyadan yükselen taleplere rağmen, yaptığı hakaret ve iftiralardan dolayı özür dilemeye yanaşmaması gibi.
Anlaşılmaktadır ki, bir önceki Papa Benedict’in, Hz. Muhammed’in insanlığa getirdiklerinin “kötü ve insanlık dışı olduğunu” iftira ederek gerçekleştirdiği saldırı, ondan önceki Papa’nın da İslam’a karşı tutumunun bir devamı olarak, fakat öncekinden daha açık bir üslupla, bilerek ve takıyye yapmadan gerçekleştirilmiştir. Böylece Papalık, İslam’ı ve Müslümanları yok etme amaçlı tek yanlı saldırı planı olan ‘medeniyetler çatışması’ projesine, öteden beri var olan, ancak diyalog kamuflajı altında yürütülen ve diyalogcuların da bilerek örtmeye çalıştıkları desteğini, bu sefer daha cüretkârca ortaya koymuştu. Papa bu tutumuyla, belki de o makama getirilişinin gereği olan, Batı’yı ve Katolik dünyasını, Amerikan (Neo–con, Evanjelik) Protestan faşistlerin arkasında, “İslam tehlikesi”ne karşı Haçlı düşmanlığı ortak paydasında birleştirmeye yönelik misyonunu yerine getirmeye çalışmaktaydı.
ABD’ye egemen Hıristiyan fundamentalistler ve Siyonistler, başlattıkları küresel “Haçlı Seferi”yle, Yahudilerin önünü açacak ilahi bir misyonla, “İsa’yı yeryüzüne döndürmeyi ve bir kıyamet savaşı çıkarmayı” hedeflediklerini açıkça yazıp söylüyorlar. 21. yüzyılın bu sebeple “dinler savaşı” yüzyılı olacağını iddia ediyorlar. İsrail’in Filistinlilere yönelik, giderek azgınlığı ve cüretkârlığı artan saldırı ve katliamları, Bush’un başlattığı ve halen süren Afganistan ve Irak işgal ve katliamları, aynı paraleldeki şiddet ve vahşet uygulamaları sürerken Irak’ı hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi ziyaret etmek, utanmazca bir cüretkârlıktır. Aslında bu, Irak’tan Kudüs’e kadar bütün bölgeyi işgal ederek İsrail’e sunma stratejisidir. On yıllardır sürdürülen, bölgenin enerji ve su kaynaklarını ele geçirme savaşı, İslam coğrafyasını silahtan arındırarak, İsrail’e dikensiz gül bahçesi hazırlamaya ve İslam’ı yok etmeye yönelik tüm çalışmalar da hep Hıristiyan-siyonist ve sapkın fundamentalist din anlayışından beslenmektedir. Üstelik bu dinsel arka planı cüretkârca ortaya koymaktan da hiç çekinmemektedirler.
Irak’a ve bölgeye alçakça saldırıp katliamlar gerçekleştiren Bush ve Cheney’in seçim kampanyalarını yürüten organizasyonun başkanı Marc Racicot, Florida’da kampanya çalışanlarına gönderdiği mektupta Bush’u, “Terörizme karşı küresel haçlı seferinin lideri” ilan etmişti.11 İstihbarattan sorumlu Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı General Boykin ise Evangeliklerin dini törenlerinde sıkça ABD’nin “Hıristiyan bir devlet olarak şeytan ile savaştığını” ve bu anlamda “kutsal bir savaş”ın içinde olduğunu açıkça ifade etmişti. Yine aynı general, “Şeytan bizi bir Hıristiyan ordusu olarak yok etmek istiyor. Eğer bizler Hz. İsa adına birleşirsek ancak o zaman yenilebilirler”12 diyerek Hıristiyanları birleşmeye çağırmıştı.
Sonuç olarak bu sapık kadro, ilahi emir olarak algıladıkları tüm aşırılıkları, katliamları, tecavüzleri, ahlaksız işkenceleri Müslüman halklar üzerinde bir ibadet anlayışı içinde rahatlıkla uygulayabilmenin ruh halini taşımaktaydı. İşte o yılların Papa’sı da bu arka plana sahip Haçlı saldırısına destek vermeyi, emperyalist Batı dünyasını İslam düşmanlığında ve Hıristiyanlık ortak paydasında birleştirmeyi amaçlamıştı. Ve bu meyanda açıklamalar yaparak “haçlı saldırısına” desteğini açıklamıştı. Yani son haçlı seferinin siyasi lideri Bush iken manevi lideri de Papa idi.
İslam’ın Cihad Anlayışı, İnsanları Hür Kılma ve Adaleti İkame Etme Amaçlıdır
Eğer İslam’ın, eski Papa’nın iftira ettiği gibi, şiddet, tehdit ve zorla Müslümanlaştırmaya yönelik bir emri olsaydı, İslam’ın yönetimine girmiş bölgelerde bir tek gayri Müslim kalır mıydı? Tam tersine Kitap ehli en rahat ve adalet içinde özgürce yaşama imkânını hep İslami yönetimlerde bulmuşlardır. Siyasi anlamda raydan çıkan saltanat sürecinde bile, dillere destan komşuluk ilişkilerini, adalet ve iyilikle muamele görmeyi gayr–i müslimlere hep İslam hediye etmiştir.
İslam’ın cihad anlayışı, Hıristiyanlığın katliamlara cevaz veren muharref anlayışının aksine, dinde zorlama ve haksız yere cana kıyma amacı gütmez. Tam tersine İslam’da cihad kavramı, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak, insanlık onuruna ve fıtratın erdemli yoluna kavuşturacak olan Kur’an mesajını insanlara ulaştırmak amacıyla gerçekleştirilecek, tebliğ, eğitim, emr-i bi’l mâ’ruf, vahyin şahidliği ve Allah yolunda savaş anlamındaki salih amellerin tümünü kuşatan bir muhteva ile barışı ve adaleti sağlamayı amaçlar. Bu geniş muhteva “Öyleyse kafirlere itaat etme ve onlara (Kur’an’la) büyük bir cihad ver”13 ayetinde “Kur’an’la cihad” olarak ifade edilmiştir.
İslam, insanları ‘silm’e ‘barış’a girmeye, fıtrat ve evrenle uyum/barış içinde olmaya, iman ve amelin uyum içinde olmasına ve bu amaçla şeytanın adımlarını izlemekten uzaklaşıp Allah’a teslim olmaya çağırır. Amacı dünyada adaleti ikame ederek, evren, fıtrat ve hayat arasında barışı tesis etmektir. Bu amaçla beş temel zarureti (Can, Mal, Akıl, Nesil ve Din emniyetini) dokunulmaz kılar ve Allah’ın koyduğu güçlü müeyyidelerle bu temel hakları güvence altına alır. İşte uğrunda cihad edilmesi ve korunması istenen bu beş temel emniyetten birisi ‘akıl emniyeti’, birisi de ‘can emniyeti’dir.
Son derece geniş kapsamlı olan cihad kavramı içindeki kıtal anlamındaki cihad ise, zorbalık ve tahakküm için değil, İslam’ı zorla kabul ettirmek için değil, haksız yere cana kıymak için hiç değil, tam tersine akıl, can ve din emniyetini güvence altına almak için çaba sarf etmeyi ifade eder. İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi, haksız, hukuksuz, çıkar ve sömürü amaçlı, kör ve zalimane bir şiddete değil, hak, hukuk ve adaleti ikame etme, insanları hürriyetine kavuşturma ve temel hakları güvence altına alma, zorbalıklara son verme amaçlı “meşru şiddet”e cevaz verir. İslam, “haksız yere bir cana kıymayı, bütün insanları katletmek” mesabesinde kötü bir amel olarak nitelerken, “bir canı kurtarmanın da bütün insanları kurtarmak” olacağına vurgu yapar.14
İslam’ın cevaz verdiği meşru şiddet, bu imtihan dünyasında, insanların kendilerini özgürce gerçekleştirebilmelerinin, bu bağlamda istedikleri dini özgürce seçip, özgürce yaşayabilmelerinin önündeki engelleri kaldırmayı hedefler. Bu vasatı ortadan kaldırıp Allah’ın kullarına zorla tahakküm eden, insanlara zorbalıkla din değiştirmeyi dayatan, kendilerinden olmayanı kadın çocuk ayırmadan vahşice katledip çocukların etlerini pişirip yiyecek kadar cani olan “Haçlı seferleri”nin zulmünden masum insanları kurtarmayı ve “fitne”nin ortadan kaldırılmasını amaçlar. İşte İslam’ın adaleti bu kadar muhteşemdir ve cihadı da bu kadar insanidir. Bu adaletin, insani ve akli duruşun ışığı Papa’nın gözlerini kamaştıracak boyutta olmasına rağmen, önyargıları ve cehaleti, kendisini bu çarpıcı hakikati göremez hale getirmiştir.
Bu bakımdan İslam’ın cihadı, öncelikle savunma ve insanları zulümden, adaletsizlikten kurtarma, temel hakları güvence altına alma amaçlıdır. Ayrıca, insanları, zorbaların zulmünden, baskısından kurtarıp, iradeler üzerindeki ipotekleri kaldırıp özgürleştirerek, vahyin mesajı karşısında özgürce karar verebilme vasatına kavuşturmayı amaçlar. Bundan sonra, ‘dinde zorlama yoktur’15, ‘dileyen iman etsin dileyen inkar etsin’16 ayetlerinin hükümleri gereğince herkes istediği dini ve inancı tercih etme özgürlüğüne sahiptir. Kimseye din dayatılmaz, sadece tebliğ yapılır. Hıristiyan toplumlar açısından değerlendirildiğinde ise, Haçlı seferleri ile temsil edilen ‘kutsal savaş’, yüzyıllardır süregelen ve bugün halen devam ettirilen uygulamasıyla, hep, İslam’ın bütün insanlar için korumaya aldığı beş temel zarureti yok etmek amacını gütmüştür.
Özellikle Hıristiyan olmayanlar, bazen ise kendi farklı mezhepleri için bu temel hakları yıkmak ve böylece barışı yok etmek, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin süreklilik arz eden uğraşı alanını teşkil etmiştir. Kilise, Hz. İsa’ya (as) iftira ederek uydurulmuş bulunan, “onları içeriye girmeye zorla”17 sözüne dayanarak, insanları zor ve şiddet kullanarak Hıristiyanlaştırmayı asırlarca dinî bir politika olarak yürütmüş, üstelik bunu da Kilise’nin gelirlerini arttırmak gayesiyle yapmış bir kurumdur. Hıristiyan misyonerlerinin de, yüzyıllardır Kapitalizmin emperyalist sömürü projeleri adına ve sömürgeci işgalcilerin öncü gücü olarak faaliyet gösterdiklerini artık bilmeyen yoktur.
Bugün de, Hıristiyan emperyalist devletler ve Siyonist Yahudi devleti; Papalık ve Hahamların desteğiyle, İslam topraklarında, işgal, istila, sömürü, soykırım ve zorla dönüştürme amaçlı bir şiddeti, hem de en güçlü silahlarla ve yaygın bir biçimde sürdürmüşlerdir. Müslüman halklar içindeki küçük direniş öbekleri, son derece sınırlı imkânlarla, bu işgallere, katliamlara, soygunlara karşı savunma, işgalcileri defetme, hürriyet ve bağımsızlıklarını elde etme amaçlı, meşru bir şiddete başvurmak zorunda kalmışlardır. Buna rağmen, ABD, Batı, Bush ve Papa, İslam’ı faşizmle suçlayıp Müslümanları, şiddete dayalı yöntemlerle İslam’ı zorla kabul ettirmeye çalışmakla itham etmek gibi son derece tutarsız ve adaletsiz açıklamalar yapabilmişlerdir.
ABD, Batı, Bush, Papa ve yandaşlarının bütün karalama çabalarına rağmen, Batılı kimi erdemli yazarlar bile, Kilisenin İslam’ın cihad anlayışı ile ilgili iddiasının asılsız bir iddia ve iftira olduğunu belgeleyen eserler yazmışlardır. Mesela bunlardan birisi olan Arnold Toynbee, yazdığı pek çok yazı ve kitabında, Hıristiyanların dini zorla kabul ettirmede müşriklerden geri kalmadıklarını, Müslümanların ise tebliğde hiçbir zaman insani ölçüleri aşmadıklarını ısrarla yazmayı sürdürmüştür. Yine bir başka Batılı L. Browne ise, “The Prospectes of İslam” adlı eserinde “Doğruluğundan kuşku duyulmayan gerçekler, Müslümanların gittikleri yerde halkı kılıç zoru ile İslam’a soktukları yolundaki Hıristiyan kaynaklı iddiaların kökten asılsız olduğunu belgelemektedir”18 ifadesine yer vermiştir.
Görüldüğü üzere Papalığın bilinçli olarak yok saydığı hakikati, fıtrî erdemlerini korudukları için dürüst kalabilen bazı batılı yazarlar bile açıkça ifade ederek Papalığın yalan söylediğini ortaya koymuş bulunuyorlar.
Dipnotlar:
1 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/irakta-papanin-ziyareti-nedeniyle-6-mart-ulusal-hosgoru-gunu-olarak-ilan-edildi-/2167080
2 https://www.haberturk.com/papa-francis-tarihi-irak-ziyareti-oncesi-mesaj-yayimladi-2994603
3 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/irak-in-antik-ur-kentini-ziyaret-eden-papa-kardesligimizi-guclendirmeliyiz-cagrisi-yapti/2166735
4 Al-i İmran, 3/67
5 Âl-i İmran, 3/64
6 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/papa-franciscus-irak-in-kalkinmasi-ve-barisi-icin-uluslararasi-topluma-gorev-dusuyor/2166045
7 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/irak-in-antik-ur-kentini-ziyaret-eden-papa-kardesligimizi-guclendirmeliyiz-cagrisi-yapti/2166735
8 https://www.milligazete.com.tr/haber/1073151/papa-nin-igrenc-konusmasina-dair
9 https://www.haber7.com/guncel/haber/185614-papanin-konusmasinin-tam-metni
10 Yeni Şafak Gazetesi, 20 Aralık 2004
11 İbrahim Karagül, Yeni Şafak Gazetesi, 20. Nisan 2004
12 Sedat Laçiner, Zaman Gazetesi
13 Furkan, 25/52
14 Maide,5/ 32
15 Bakara, 2/256
16 Kehf, 18/29
17 Bury,J.B. Fikir ve Söz Hürriyet, Çev. Avni Başman, Remzi Kitabevi, İst.,1945, s. 46-50 (Doç. Dr. Orhan
Atalay, “İslam ve Kilise: Akıl ve Kılıç” makalesinden alıntı, Yeni Şafak Gazetesi,19 Eylül 2006)
18 Doç. Dr. Orhan Atalay, “İslam ve Kilise: Akıl ve Kılıç”, Yeni Şafak Gazetesi, 19 Eylül 2006