SAFLARIN AYRILMASI MI FİTNE Mİ?
Hamd Allah’a, salat ve selam ise tüm müminlerin üzerine olsun.
“Muhakkak mü’minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin.” (49/Hucurat-10)
Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) efendimiz Medine’ye hicret eder etmez ilk yaptığı, mescid inşasından hemen sonra, Müslümanlar arası kardeşlik binasını oluşturmak olmuştu. Çünkü bu böyle olmalıydı. Bir sıkıntı durumunda ilk önce yardımına koşacak, kardeşi için ambulans görevi yapıp, gerektiğinde, imkânı yetmediği takdirde kardeşini hastaneye yetiştirecek kardeşlik müessesi ile tüm fitneler ve fitne olabilecek ekinler yakılmış olacaktı. Çünkü;
“… fitne, öldürmeden beterdir…” (2/Bakara-191)
Bunu çok iyi bilen zalimler her zaman Müslümanlar arasındaki dayanışmayı, kardeşliği bozmak için türlü türlü desiselere müracaat etmişlerdir. Maalesef günümüzde de bunlara örnek verilebilecek birçok hadise yaşanmaktadır. Sözgelimi yaşadığımız coğrafyada yaşayan muvahhid Müslümanlar arasında tefrika konusu olmayan tağut’un reddi gibi bir önemli meselede bile ayrılığa düşülebilmiştir. Daha 10-15 yıl öncesine kadar redd ettikleri bir sistemin, ara yüzü değişikliği sebebiyle en büyük destekçisi olabilmiş, kendisi gibi düşünmeyen, hala İslam dışı olan bir sistemi reddettiği için kardeşini karalayan, onu suçlayan bir kişiliğe bürünmüştür.
“Niye münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz? Oysa Allah, onları iki yüzlü tutumlarından dolayı aşağılığa mahkûm etmiştir. Allah’ın saptırdığını, siz mi doğru yola iletmek istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığına sen çıkış yolu bulamazsın.” (4/Nisa-88)
Arayüzü değişikliği yapmış, bir tağuti sistem denilmesinin elbetteki bir sebebi vardır. Bu sistemin gerçek yüzü hep aynı kalmış, duruma göre yeri geldiğinde beyaz olmuş, yeri geldiğinde ise siyah olabilmiştir. Zaman zaman gri tonları da olabilmiştir.Hindistan’da fil eğitmenliği yapan kişiler, eğitmek istedikleri fil’i önce seçerler. Sonra eğitmeni baştan aşağı olarak simsiyah elbiseler giyerek fil’in yanına gelir ve bir makine yardımı ile fil’i bir çukura girmeye zorlar. Yardım almadan içinden çıkamayacağı bir çukura. Ardından fil’e günlerce işkenceler yapılır, yemek, su ve ilaç verilmez. Tek bir iyilik, yardım bile gösterilmez. Fil’in gücü ve dermanı kalmadığı zaman aynı eğitmen gider ve bu sefer bembeyaz elbiseler giyerek gelir. Bu sefer fil’e, siyah giysi giydiği zamankinin aksine, çok iyi davranır. Önce ilaç verip, yaralarını pansuman ile tedavi eder, yemek ve su ihtiyacını karşılar. Fil kendine geldiğinde de, yine bir makine yardımı ile fil’i mahsur kaldığı çukurdan çıkarır. Artık fil eğitimini tamamlamıştır. Beyaz giysili eğitmeni kendisinden ne isterse onu yapacaktır. Fakat ne zaman cezalandırılmak istenirse, eziyet edilmek istenirse siyah giysili adam ile karşı karşıya getirilip hem korkutulacak hem de eziyet görecektir. Gözü her zaman beyaz giysili adam da olacaktır. Beyaz usta gelse de izini takip etsek, iradene sahip çık fil dedirtecek cinsten çelişki içerisinde bırakılacak. Hâlbuki siyah giysili adam da, beyaz (ak) giysili adam da aynıdır. Değişen sadece giysilerdir. Öz hep aynıdır.
Bu topraklarda da 90 yıldır uygulanan yönetim biçimi bu siyaset üzerine olmuştur. Birileri siyah giysili bir elbise ile seçmenlerin karşısına çıkarken, bir kısmı da ak giysili elbiseler ile oy toplamıştır. Son 10 yıldır da Ak Bank kadar ak giysili eğitmenlerin yıldızlarının parladıkça parlayan yönlerine şahit oluyoruz. Dediğimiz gibi aslında değişen taraf, reddedilmesi gereken sistem değil, sadece değişilmesi arzu edilen sistemin bir ön yüzü veya bir ara yüzü olmuştur. Siyah ile beyaz sadece bir aldatmacadır. Kişi aynı kişi, yönetim biçimi aynı yönetim biçimi, hedef aynı hedef.
10 yıl önce de;
-Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’a ait kabul edilmiyordu,
-Hiç bir kanunun çıkarılmasında vahy referans alınmıyordu,
-Allah’ın (cc) emir ve yasakları ülke yönetimine hiçbir şekilde etki etmediği gibi, doğal olarak Resulullah’ın örnekliğinde bize göstermiş olduğu metodlar da uygulanmıyordu.
-Atatürk ilke ve İnkılapları değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez idi,
-Askeriyesinde Allah’a (cc) yer yoktu,
-Ekonomisinde, pazarında Allah’a cc yer yoktu (Faizsiz ekonomimi olur deniyordu),
-Camilerde imamlar özgür değildi,
-Vergilendirilmiş kazanç kutsaldı (genel evlerden elde edilen kazançlar, piyango, at yarışları vs…),
-Devlet Amerikan’ın en iyi müttefiki idi,
-Yönetim biçimi laik vedemokrat idi,
-Avrupa birliğinin atının peşinden koşuluyordu,
-Nato gücüne Türk askeri dâhil ediliyordu.
Bugün de tüm bunlar aynı değil mi?
Listeyi uzatmak mümkündür. Tabii, hakkını yememek lazım. Ak giysili adamın eliyle birtakım işler de yapıldı. Başörtüsüne (tesettür değil) kamusal alanda kısmi özgürlükler verildi, eğitim kurumlarında Siyer, Kur’an gibi seçmeli dersler ilave edildi. Müslümanlara yapılan birtakım baskılar azaltıldı. Tabii tüm bunlar Müslümanlara taksit taksit ödetilmek için ve de onlardan ciddi tavizler alınarak yapıldı. Bu ciddi tavizlere karşılık, sistem tarafından verilenlerde, itikadi anlamda muvahhid Müslümanların istedikleri asli hiçbir meseleden olmadı. Gerçekten de ucuza satıldı Allah’ın ayetleri.
“Allah’ın ayetlerini birkaç paraya sattılar ve insanları O’nun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları ne kadar kötüdür!” (9/Tevbe-9)
10 yıldan fazladır iktidarda olan ak giysili parti ile birçok hadiselerin yaşandığına şahit olduk. Doğru bir siyasi (vahyden kopuk olmayan) okuyuş ile okunduğunda çok net görüleceği üzerine bu kişiler hep batılılar tarafından alkışlandılar. Daha önceki bazı beyaz veya siyah giysililer, vakti geldiğinde bir iple (Menderes), bir kağıt parçası ile (Erbakan-Yolsuzluk), bir damla zehir ile (Özal), bir kaset ile (Baykal) veya güncel olarak gördüğümüz bir sözde dershane sorunu bahanesi ile bulundukları yerden indirildikleri halde (hoca efendi), son 10 küsür yılın akgiysili adamı bir türlü indiremediler(!) Hatta çok ilginçtir, bu adam her seferinde bu tür krizlerden daha da güçlenerek çıktı. Müslüman cemaatlerden bir kısmıda tevhidi duyarlılıklarından birazını daha yok etme pahasına “inadına usta” diye haykırdı.“Oneminute” dedi, arkasından yaptığı özür açıklamaları duyulmak istenmedi, deve kuşları tarafından görülmedi. Mavi Marmara’ya yapılacak saldırı biliniyor gibiydi, bir gün öncesinden 10’dan fazla milletvekili gemiye binmekten vazgeçti. Mavi Marmara baskınından 2 gün sonra İsrail ile askeri anlaşmalar yine yapıldı. Amerika her fırsatta AKP hükümetini (akgiysiliyi) tebrik etmeye devam etti.
Bir tarafta işin siyaset boyutunu üstlenip sahte naralarla “Ilımlı İslam”, “Demokratikleştirilmiş İslam” diyerek akideyi bozan, “BOP” anlayışını yaymaya çalışan beyaz giysili usta, diğer taraftan işin manevî ibadet yönü ile aynı amaca hizmet eden diyalogcu hoca. Sizler Ebu Talip’ten daha fazla İslam’a hizmet etmediniz bilesiniz. Buna rağmen oda cennetlik bir iman üzere ölmemişti, bunu da unutmayasınız.
Mekke döneminde de “oneminute” hadisesi yaşanmıştı. Peygamber ve ona tabi olanlara uygulanan 3 yıllık ambargonun son zamanlarıydı. Birkaç müşriğin, Müslümanlara yapılan ambargonun bir haksızlık olduğu, sadece Rabbim Allah’tır diyenlerin ölüm haberleri bize bir bir gelmeye başladığında bunu çocuklarımıza nasıl anlatırız diyerek adeta ONE MİNUTE dediler. Etkilide olmuştu, Ebu Cehiller daha fazla direnemediler. Peki, Resul ne yaptı, gidip o müşriklerin veya Ebu talib’inDaru’n-Nedve’de ki (millet meclisi) parti grup meclisine mi katıldı veya “bir dahaki seçimde oyum size” mi dedi? Hepimiz biliyoruz ki; kelime-i tevhid söylemine kaldığı yerden –ki hiç bırakmamıştı aslında– devam etti.
Peki, günümüzdeki “oneminut”a ne oldu? Müslümanlara uygulanan ambargolar mı kalktı, zulümler mi azald?. Tam aksine, artarak devam etti akıtılan kanlar. Tabii böyle olacaktı. Çünkü oneminute ŞimonPeres’e değil, İsrail hükümetine değil, askerine, halkına hiç değil, moderatöre denilmişti, unuttuk mu?
Ergenekon dediler,balyoz davası dediler, bugün ise “tüm bunlar bir senaryo imiş” der oldular. İnsanlara korku salarak beyaz ustayı daha bir aratır oldular. Artık AKP’nin düşman dediği düşman oldu onlar için. Dün Allah’ın (c.c.) dini için cılız da olsa sesini yükseltenler, bugün“AKP’yi yedirtmeyiz, AKP’nin karşısında olanların karşısındayız, ölümüne seninleyiz” der oldular. İddialarda yolsuzluk varmış veya hırsızlık isnat ediliyormuş, kimsenin önemsemesine gerek yok.
Bir cemaat diskalifiye olur olmaz, yerine getirilen 100 civarındaki derneğin AKP’ye bey’ati ve bağlılığı ne ile izah edilebilir? ALLAH (CC) İÇİN SÖYLESİNLER, BU BAĞLILIĞI; RESUL’ÜN YOLU İÇİN BÖYLE CÂN GÖNÜLDEN SÖYLEDİNİZ Mİ HİÇ?
AKP sever ve destekler grubu ile, İslam dışı olan tüm sistem ve grupları reddedenler…
İşin anlaşılmaz olan yönü, işte her iki tarafında ortak söylemleridir. Her iki taraf da;
– İsrail’i reddediyor,
– Amerika’yı reddediyor,
– Bu iki devletin desteklediğine inandıkları cemaatleri reddediyor,
– İslam devleti istiyor,
– Kur’an okuyup, namaz kılıyor, cihadı savunuyor,
– Zulüm gören ülkelerdeki zalimleri lanetliyor.
Daha bunun gibi birçok ortak yönleri olmasına rağmen birbirine tahammül edemeyen, fırkalaşarak yeni iki grup haline gelen muvahhid Müslümanlar, fitnenin ne kadar büyükolduğunu göstermektedir. Zalimlerin son on yıldaki en büyük kazanımları bu olsa gerek.Kim bilir belki de bu durum, uzun gelecekte tevhidi cephe için hayır getirecektir. Bütün bunlar safların daha netleşip ayrışmasına katkıda bulunur.
Allah’tır en doğrusunu bilen. Selam ve dua ile…